30 Haziran 2009 Salı

sevgili bloknot

30 Haziran 2009 Salı

Az önce annem aradı hatırladın mı beni diye. 15 gündür görüşemiyormuşuz, neler yapıyormuşum merak etmiş :) Ya o evde olmuyor, ya ben… Dün yemekten sonra o dışarı çıktı, geldiğinde uyumuştum. Geçen haftalarda da ben onu döndüğümde uyumuş buluyordum. Dedemin rahatsızlığı vefatı filan derken… Yaz uygulamasına geçip yatakları da ayırdık. Gece uyandıkça görüşürdük artık o da olmuyor :)

Bir de dedi ki… Senin bloknotun varmış :) Herkes okuyor, bir ben bulamadım. Annecim, çok zor değil aslında, yakında keşfedersin nasılsa bunu da. Bununla ilgili olarak da alacağın olsun Minnoş Hanım.

Akşam taze fasulye partisi var, mutlaka eve gel dedi. Bilemiyorum :)

28 Haziran 2009 Pazar

gezi rehberi

28 Haziran 2009 Pazar
Harika bir Van gezisinin ardından ayağımın tozuyla not düşmeliyim.Cumartesi yaklaşık 1 saat gecikmeli olarak 11:30 gibi Van'a indik. Hemen orada görüştüğümüz okulun müdürünü aradık. Çok zamanımız varmışçasına 1 saat de onu bekledik. Evet, bir hayli söylendim beklettiği için. Ayıp etmişim. Hep böyle oluyor. Kızıyorum kızıyorum sonra üzülüyorum. İyi adammış Mehmet Bey. Telefonda ihtiyaçlarını sormak için aradığımızda ısrarla bir şeye ihtiyacımız yok, siz gelin yeter demişti. Anlam verememiştik. İhtiyaç var, neden söylemiyor demiştik. Dediği gibi, maddi yardımdan çok daha önemliymiş manevi yardım, idrak ettik. Sohbet ederken Doğubeyazıt'ın çok da uzak olmadığını söyleyerek yaptığımız bütün planı değiştirdi. İyi ki... Yanlarından ayrılıp Doğubeyazıt'a doğru gittik. Yaklaşık iki saat sürdü yol. 4 gibi Doğubeyazıt'a vardık. Sabahın 5'inden beri yollarda olmamıza rağmen henüz kahvaltı bile etmemiştik. O yüzden hemmen bir lokantaya atıverdik kendimizi. Yöresel yemek olan abdigör'den kalmamıştı. Memnuniyet garantili sac kavurma ve pirzolaya tav olduk mecburen. Ardından bir de çay keyfi iyi gider derken İshak Paşa Sarayı'nın 5'te kapandığını öğrenince yine yollara düştük. Merkezden yaklaşık 10-15 dk mesafedeki saraya çıktık ve görülmesi gereken yerler listesinin en önemlilerinden birinin üstünü çizdik :) Saray gerçekten Topkapı Sarayı'ndan daha ihtişamlı olduğu gerekçesiyle Paşa'nın azledilmesine sebep olacak kadar güzeldi. Keşke bilgilendirmeler daha fazla olsaydı da, bizim gibi hazırlıksız yakalananlar da saray gezisinden yeterince tatmin olabilseydi. Yine de çok güzeldi.Saat 6'ya doğru yine Doğubeyazıt'a döndük. Pasajları da gezmemiz gerektiğini tavsiye etmişlerdi. Gezdik. Şark Han'ın küçük kopyası gibiydi. Pek enteresan bir şey yoktu ama.

Giderken arka koltuktaki gezi rehberini almaya çalışırken zaten pek sağlam olmayan boynum hepten kötüleşti. Sevmesem de ilaç almak zorunda kaldım. Çok huysuzdum. İki günün ikisinde de eczanelere talim ettik.. :)

Ardından Van'a doğru dönüşe geçtik. Edremit'te güneşin batışını izlemeyi planlayarak. Fakat hesaba katamadığımız şey 15 meridyen doğuda oluşumuzdu.
Yolda çoban çocukları gördükçe durarak Doğubeyazıt'tan aldığımız çikolataları dağıttık. Oralarda anneleri çocuklara yabancılardan yemek almamayı öğütlemek zorunda değiller. Bu sayede hepsinin yüzündeki mutluluğa tanık olabildik!
Doğubeyazıt ile Van'ın tam ortasında kalan Muradiye Şelalesi ile gezi planımıza dönüş yaptık. Gürül gürül akan Muradiye şelalesine karşı çay içerek keyif yaptık.Dönüş yolunda Şeytan köprüsü diye bir kahverengi tabela gördük, hadi girelim dedik. Sonra bu özgür hareketimizle mutlu olduk :)

Van'a dönebildiğimizde saat 9'u geçiyordu. Van kalesini gezebilir miyiz diye bir yokladık fakat epey karanlıktı ve uyku da iyice bastırmıştı. Göle gidip inci kefali yemeye karar verdik. Sahildeki satıcılar çok komikti. Kendilerini hiç yok yere yormuyorlar. Biri geçerken herkes sırayla ne sattığını haykırıyor; "Haşlanmış mısır, soooğuk su", "Çekirdeeek", "Balık ekmeeek"... Sesleri de birbirne karışmıyor. Hiç boşuna efor sarf etmek yok :)

Gölde bir teknenin üst kısmında oturup Müzeyyen Senar eşliğinde yedik Van Gölü'nde yaşayan tek balık türü olan inci kefalini. Lezzetliydi.

Bir noktaya bağlı kalmamak için rezervasyon yaptırmamıştık gece için. Yatma vakti geldiğinde bakarız demiştik. Keşke o kadar rahat davranmasaymışız. Biraz dolaştıktan sonra neyse ki Otel Akdamar'da boş yer bulabildik. Çok fazla düğün vardı. Belki o yüzden hiçbir yerde boş oda yoktu. Gece 11'e yaklaşırken girdiğimiz oteli sabah 7 buçukta terk ettik. Bu sefer de mide bulantım için nöbetçi eczane aramaya koyulduk. Sanırım suyu kötü geldi. Ya da şımarıklık mı yaptım bilemiyorum :)

Saat 8:15 gibi Van Müzesi'ne gittik, henüz açılmamıştı. Önce kaleyi, sonra müzeyi gezelim dedik. Kaleyi Yasin ve Hakan gezdirdi. 8. sınıfa giden ve 8 yaşında olan Yasin :) Kaleden inişte iki yol vardı, ya geldiğimiz rahat yoldan inecektik, ya da zamanında 1001 merdiven denen fakat şu anda yarısı olmayan sarp yerden. Tabii ki ikinciyi seçtik :) "Vallaha helal olsun ablaya" tezahüratları içinde başarıyla tamamladık kalenin fethini :)Sonra, en can alıcı nokta olan Van kahvaltısı! :) Kahvaltı kültüründen uzak olmama rağmen sevdim. Adamlar biliyorlarmış da övüyorlarmış.Uçağın kalkmasına az kaldığından hızlıca Van Müzesi'ni de gezip (Yaşasın Müze kart :) ) havaalanına geçtik. Bizi bekleyen sürprizden habersiz.. 1 saat 20 dk gecikme!

Otobüs terminalini andıran havaalanının bahçesinde çimlerde kene saldırılarıyla bekledik uçağın saatini. Beklerken yanımızda iki erkek bir kızdan oluşan oldukça samimi gözüken bir grup vardı. Daire şeklinde birbirlerinin dizlerine yatmış filan. Uçağın kalkış saati gelip çattığında kalktık hep beraber. Yürürken bunlar tokalaştılar ve "tanıştığımıza memnun oldum" dediler! Kaldık :)

Son zamanlarda bütün yolculuklarda peşimizi bırakmayan bebek ağlaması eşliğinde şehrimize geri döndük. "Süperdi" diye diye...

Doğuya karşı çoğu önyargım yıkıldı. Orada da hayat var, insanlar var, sosyal bir yaşantı var. Parklar, caddeler, arabalar, tiyatrolar var. Türkiye'nin İstanbul'dan ibaret olduğunu düşünmek büyük gaflet...

Sanırım fark etmeden bir leylek sürüsü gördüm bu sene. Temmuz ortası Abant-Amasra, temmuz sonu Antalya gözüküyor şimdilik. Hadi bakalım :)

25 Haziran 2009 Perşembe

mmmhh

25 Haziran 2009 Perşembe

Bu muhteşem lezzeti yaratmamda emeği geçen Oli Bey'e teşekkürü borç bilirim. Sanırım epey bir süre hayatımın anlamı olacak :) Gülseren abla ekmeğinin içine bi önceki akşam yapılan yemekten kalan kavrulmuş domates, biberi ve kaşar peynirini koyup 1,5 dakika mikrodalgada çeviriyoruz. Ve tataaammm :))

23 Haziran 2009 Salı

ihtiras

23 Haziran 2009 Salı

Bazen durmak, derin bir nefes almak ve etrafında dönen her şeyi görmezden gelmek gerekiyor. Yoksa hayatın senle dalga geçtiğini sanıp ona küsebilirsin -ki küsmek için fazla güzel kendisi.

Foto: Ananecik kitapları

21 Haziran 2009 Pazar

son konuşma

21 Haziran 2009 Pazar


+Dedecik, nasılsın bakalım?
-Aslan gibiyim maşallah!
+Oy, yerim ben senii :)
-Fazla yeme de bitmeyeyim...

...mekanı cennet olsun :(

17 Haziran 2009 Çarşamba

van 2*

17 Haziran 2009 Çarşamba
OnurCUK detaylı bilgi istemiş Van gezisi ile ilgili… Zaten aklımda vardı onunla ilgili bi’şeyler daha karalamak. Van gezisi çok kısa olacak. 27’si sabahı gidiş, 28 öğlen dönüş şeklinde. Gidip oraları görmek yeterince güzel fakat, aklımızda ordakilere faydamız dokunsun da var. Hani orda bizim sahip olduğumuz imkanlara sahip olamıyor çocuklar. Okulların kitap, kırtasiye ihtiyacı var. Biz elimizden geldiğince bi’şeyler toparlamaya çalışacağız. Ama elimizden ne kadarı gelir… Birlikten kuvvet doğar neticede. O yüzden defter, kalem, kıyafet, kitap… Ne isterseniz işte… O zamana kadar bana ulaştırabilirseniz, Van Gölü’ne karşı otlu peynir yiyememiş olacaksınız ama iç huzurunuzun artacağını garanti edebilirim :)

*tahmin edeceğiniz üzre o iğrenç espriyi yapmamak için kendimi zor tutuyorum :)

serkan

+30 haziran'da sınavım var benim. Ondan sonra buluşalım.
-Tamam zaten ben o hafta sonu Van'dayım, 30'unda da senin sınavın var, sonraki hafta görüşürüz.
+Nerden biliyosun 30'unda sınavım olduğunu?!?!

Şaşkaloz sirkanım :)

Buradan arkandan dır dır konuşan annene hürmetlerimi iletir, sigaradan uzak durduğu takdirde onu da gezmeklere götüreceğimi beyan ederim :)

Ayrıca yaptığın hiçbir göndermeyi anlamayıp, kitapçılara öylesine girdiğimizi, istediğin kitapları benimle öylesine paylaştığını sandığım ve doğum gününde kitap almadığım için özür dilerim :)

Bir de Aziz'e kötü bi' şey söyleyecektik ama ne olduğunu unuttum. "Yalancı Aziz"di galiba :)

Görev tamam :)

15 Haziran 2009 Pazartesi

van

15 Haziran 2009 Pazartesi
"Olur mu acaba?" "Yok ya, olmaz heralde..." "Ama olursa çok güzel olur." derken oldu! Van'a biletler alındı... Önümüzdeki hafta sonu kahvaltıyı Van'da yapıyoruz blog :) Yıllardır istediğim Van seyahati artılarıyla birlikte gerçekleşiyor sonunda.

12 Haziran 2009 Cuma

imece

12 Haziran 2009 Cuma
Hani bir laf vardır "Yaşamda bir şeyi bütün kalbinle istediğinde bütün evren onun gerçekleşmesi için seninle işbirliği yapar…" diye.
Son bir-iki haftaki tecrübelerime dayanarak evrenin imece usulünden iyi anladığını söyleyebilirim, evet :)

en kötü ihtimal yok

Ankara muhteşemdi. Her şey anca bu kadar rast gidebilirdi. Panik yaptığım her şeyin boşa çıktığı, her şeyin olması gerektiği gibi tıkır tıkır yürüdüğü bir gün oldu. Zeynep'in haberi yoktu gideceğimden çünkü doğum günüydü dün ve sürpriz yapmak istedim. Tam final döneminde olduğu için gece evde kalmayabilirdi ama şansa son sınavına çarşamba günü girmiş. Trenden iner inmez Zeynep Hanım'a... Efendim, Ankara'da yaşam belirtileri çok geç baş göstermeye başlamış. Sinemanın yaygınlaşması son birkaç senede olduğu gibi :) semtte pastane bulmak da epey zordu. Eti'ye talim ettik. Ardından araba seslerini dalga sesi olarak hayal ettiğimiz geç kahvaltı... Planların bir kısmını yemiş oldu. Ankara kalesi, Rahmi Koç müzesi bir dahakine kaldı... Mülakat da garipti. Her çıkan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle "çok süper ya" diyerek çıkıyordu. Ben de öyle çıktım. Yani henüz iyi/kötü anlamlandıramıyorum. Hayırlısı. Giderken trenin geniş koltuklarına rağmen her yerim tutulmuş vaziyette gitmemin aksine dönüşte otobüste kesintisiz uyku. Mışıl mışıl, mis :)
Çok güzeldi çok. En şanslı Ankara idi...

Eve gelip komik bi' halde uyuyakaldıktan sonra su içme arasında yazılmış bir özettir... Karşımdaki Murat insanına seslenen kişiyi bana sesleniyor sanıp Murat kim ya dedikten sonra iki cümle kurabilmişken hazır :)

10 Haziran 2009 Çarşamba

modern rüya tabirleri

10 Haziran 2009 Çarşamba

Dün gece rüyamda 3000 parçalık olduğunu tahmin ettiğim bir yap-boz yapıyordum. Yaptığım yer de patronun sekreterinin masası. Tam bitiyor, neden bilmem yere düşüyor yarısı. Dağılıyor tabi. Onu toplamaya çalışıyorum, tam ayrılmamış parçaları ayırmadan alıp kutuya yerleştirmeye çalışıyorum filan… İlginç olan sabah rüyamı anlattığım kişinin yorumu: Her şey düzendeyken kafanı karıştıracak şeyler oluyor ama sen onları toparlayıp rafa kaldırıyorsun.

Değişen dünyanın değişen rüya tabirleri :)

Bir de iki gecedir tam 03:15’te uyanıyorum. Bu bir işaret midir :)

8 Haziran 2009 Pazartesi

ya su'dadır ya bu'da

8 Haziran 2009 Pazartesi
Acaba belgeler ulaşmadı mı diye korkuyla dört dönerken az önce telefonum çaldı sonunda. Perşembe günü Ankara'dayım. Hadi hayırlısı!

faiz

Yıllardır lenslerimi aldığım optiğe gittim. Tren sefası, Hacı Bekir şekerlemesi derken kapanmasına 15 dakika kala yetiştim. İçeride güneş gözlüğü almakta olan bir çift vardı 2–3 yaşlarındaki çocuklarıyla birlikte. Muhafazakar bir aile, anne kapalı. Konuşmalarına bakılırsa optiğin sahibiyle ahbaplar. Güneş gözlüğü için 35 TL ödemelerinden de devletçe numaralı gözlük yazıldığı halde fark vererek numarasız güneş gözlüğü aldıklarını çıkarıyorum. Zira o kadar ucuza güneş gözlüğü alabileceklerini sanmıyorum. Kadın gözlük denerken adam gözlükçüyle sohbet ediyor.

-Araba aldın mı?
-Yok, ben almadım daha ama ağabeyim kredi çekip alacak bir tane.
-Faiz?
-Devlet gözlükçülere özel bir kredi veriyor. Bizim çok mal girişi var ya, mal alıyormuş gibi gösterip kredi alacağız, onunla alacağız arabayı. Faizini de devlet ödüyor o zaman. Öyle olunca bir şey olmaz değil mi?

Faiz yemek günah ya, o yüzden uyarıyor müşteri gözlükçüyü amman ha diye… Hani şu devleti dolandırıp, onun sağlık için verdiği reçeteyle havalı güneş gözlüğü alan müşteri… Öbürü de savunuyor kendini ben dolandırıcılık yapacağım abi, korkma. Devleti kekleyeceğim, o ödeyecek benim günahımı diye. Devletin malı deniz ya… Her şey bir tarafa, faiz yemek günah da, araba almak için mal almış gösterme sahtekârlığı yapmak günah değil ya…

Şimdi bu adamlar gece yastığa başlarını koyduğunda huzurla uyuyacaklar. Faiz yemedik, müslümanız sonuna kadar diye… Hiçbir zaman çıkarmayacaklar at gözlüklerini ve sorgulamayacaklar. Camide faiz yemek günah denmiş ama numaralı gözlük yerine güneş gözlüğü almak günah denmemiş çünkü. Akılları da yok ki çıkarım yapsınlar. Söylenene inanmak tüm işleri. Kırmızı gömlek giymek günah dense giymeyecekler bir daha. Mantıkları yok çünkü. “Neden?” diye bir soru yok lûgatlarında. Ya da kuyruğa önden girmenin de hak yemek olduğunu kavrayamıyorlar. Tümevarım, mantık, benzetme hak getire…

Bir gün çıkabilecek miyiz bu kör kuyulardan derken, tepedeki aydınlığın da yavaş yavaş kaybolması ne acı… Ve eli kolu bağlı izlemek olan biteni, sadece lanet edebilmek…

7 Haziran 2009 Pazar

şurup

7 Haziran 2009 Pazar
Şurup demişken, sırf tadı güzel diye liseye giderken bile hala vitamin şurubu içiyordum. Üstelik 16 yaşıma kadar hastalandıkça çocuk doktorum Nurşen Hanım'a gittim. Ta ki kendisi "Neşecim artık bana gelmek için fazla büyüksün" diyene kadar :) Bazılarına sevimli gelse de dişlerimin böyle mini minicik olması da pek tabii ki yine çok geç terk edebildiğim bir alışkanlıktan :) Biberon gibi... Allahtan ilk okul 1'de Aynur öğretmenim bugün hala anlamlandıramadığım bir şekilde "sütünü biberonla içen var mı" diye sormuştu da, kimse parmak kaldırmayınca yaptığımın normal bi' şey olmadığını anlamıştım daha geç olmadan. Hmm, belki annemin parmağı vardır o soruda :)

koku

Hani küçükken pembe, toz şeklinde bir şurup vardı. Suyla karıştırılarak hazırlanıyordu. Tadı acımsıydı ve ben hiç sevmezdim. Heh işte, son aldığım duş jelinin kokusu aynı o... Son zamanlarda bu koku hafızası olayına acayip takılmış durumdayım. Bir zamanlar edindiğim bilgiye göre en kuvvetli hafıza koku hafızasıymış. Geçenlerde üst geçitten geçerken bir parfüm kokusu duydum, çakıldım kaldım olduğum yere. Nerelere gittim... Sonra başka bir yerde başka bi' koku. Son zamanlarda çok sık oluyor. En çok da ya 2-3. sınıflarda gittiğim yaz okuluna, ya da kreşime gidiyorum. Bu duş jeli de işte beni o annemin ağzıma şurubu tıkıştırabilmek için burnumu tıkadığı günlere götürdü.

6 Haziran 2009 Cumartesi

cumartesi

6 Haziran 2009 Cumartesi
Cumartesi, cumartesi sanki bir kış sonrası
Küçük, renkli bir sofrada sabah kahvaltısı

5 Haziran 2009 Cuma

nispet

5 Haziran 2009 Cuma

İlk okul 5’in başlarında, ya da 4’ün sonlarında… Tam olarak hatırlamıyorum ama mevsim bahardı. Okuldan topluca Darıca Kuş Cenneti’ne gidilecekti. Heyecanlıydım çünkü okulla gittiğim ilk geziydi. Zaten topu topu iki gezi yapılmıştı ilk okul süresince. İlki piknikti ve ben piknikten bir önceki akşam kolumu kırdığım için gidememiştim. Halbuki kıyafetim bile hazırdı. Krem rengi şort, turuncu kolsuz bluz… Neyse. O gün, ilk okul gezim olması dışında başka bir açıdan daha hafızama kazınmıştır. “Nispet” kelimesini hayatımda ilk defa duymuştum. Anlamını tam olarak kavrayamasam da… Sabah okula gittiğimde, servis kalkana kadar Sakine ile el ele bahçede dolaşıyorduk. Ağır işitenler tarafındaki parka gidip tekrar bizim taraftaki büstün oraya dönüyorduk. Büstün orada Habibe Teyze’yi gördüm. Hande’nin annesi. Ailece de görüştüğümüz için hemen yanına gittim, Sakine hala elimde. “Nasılsınız Habibe teyze?” Habibe teyze tersledi beni. Anlamadım. “Sen nispet mi yapıyorsun?” dedi. Anlamadım. Sonra öğretmene söylemiş. Öğretmen beni çağırdı, “Anlat bakalım” dedi. Anlattım. “Nispet mi yapıyorsun dedi, o ne demek öğretmenim?” Saçımı okşadı Aynur öğretmenim. İki servis halinde gidilecekti, “Sen benim servisimle gelirsin” dedi. Meğer Sakine ile el ele tutuşup merhaba demem nispet olsun diyeymiş. Bilemedim. Sonra 5. sınıfın sonunda, baloda Habibe teyze anneme gidip “bak çocuklar her şeye rağmen birlikteler” demiş. O zamanlar Habibe teyzenin başka sıkıntıları da vardı. Annem zaten kin gütmez biridir. O gün bugündür hala görüşmeye devam ederiz. Aradaki yıllara, yollara rağmen…

Ben nereden geldim buralara? Hah, “Hiç doymayan İbiş” diyecektim. Öyle bir kuş vardı Darıca Kuş Cenneti’nde. Kendimi sık sık ona benzetirim. Bugün de olduğu gibi. Onu söyleyecektim sadece, bilinç altım kustu kendini.

pale blue dot

1977 yılında fırlatılan Voyager I, 1990 yılında güneş sistemini terk ederken dünyanın son kez fotoğrafını çekmiş. Dünya burada –daha sonra Carl Sagan’ın da kitabına adını vereceği üzre- sönük mavi bir nokta olarak gözüküyor.


Bu fotoğraf üzerine Carl Sagan tarafından yazılmış sorgulatıcı önsöz:

“Look again at that dot. That's here. That's home. That's us. On it everyone you love, everyone you know, everyone you ever heard of, every human being who ever was, lived out their lives. The aggregate of our joy and suffering, thousands of confident religions, ideologies, and economic doctrines, every hunter and forager, every hero and coward, every creator and destroyer of civilization, every king and peasant, every young couple in love, every mother and father, hopeful child, inventor and explorer, every teacher of morals, every corrupt politician, every "superstar," every "supreme leader," every saint and sinner in the history of our species lived there – on a mote of dust suspended in a sunbeam.

The Earth is a very small stage in a vast cosmic arena. Think of the rivers of blood spilled by all those generals and emperors so that, in glory and triumph, they could become the momentary masters of a fraction of a dot. Think of the endless cruelties visited by the inhabitants of one corner of this pixel on the scarcely distinguishable inhabitants of some other corner, how frequent their misunderstandings, how eager they are to kill one another, how fervent their hatreds.

Our posturing, our imagined self-importance, the delusion that we have some privileged position in the Universe, are challenged by this point of pale light. Our planet is a lonely speck in the great enveloping cosmic dark. In our obscurity, in all this vastness, there is no hint that help will come from elsewhere to save us from ourselves.

The Earth is the only world known so far to harbor life. There is nowhere else, at least in the near future, to which our species could migrate. Visit, yes. Settle, not yet. Like it or not, for the moment the Earth is where we make our stand.

It has been said that astronomy is a humbling and character-building experience. There is perhaps no better demonstration of the folly of human conceits than this distant image of our tiny world. To me, it underscores our responsibility to deal more kindly with one another, and to preserve and cherish the pale blue dot, the only home we've ever known.”

Carl Sagan
Pale Blue Dot: A Vision of the Human Future in Space, 1994

4 Haziran 2009 Perşembe

buyrun

4 Haziran 2009 Perşembe
Zeytinli cevizli kurabiyeler hazır...

Ama, eğer yemek hazırlarken dinleyebileceğim şöyle bir radyom olsaydı,
her şey daha güzel olurdu :)
Kim bilir, belki hiç mutfaktan çıkmazdım bile :)

merhaba naeknhu

Fena halde deşifre olduk blog! Nerelere kaçsak?

böyleyken böyle

* İki ayı aşkın süredir boynum tutuk. Sağ tarafa 60 dereceden fazla dönemiyorum. Bu da yeni bir tik kazanmama neden oldu. "Kapıyı kapatır mısınız?" Sürekli kapıda gözüm. Amman cereyanda kalmayayım!

*Yavaş yavaş veda mesajları gelmeye başladı. Yaklaşık 30 kişi işten çıkarılıyor. Demek istiyorum ki, hepimizin maaşından 20-30 kesin, kimseyi işten çıkarmayın. Gerçi ocak ayında zam yapmama ve ikramiyeleri kesme gerekçeleri kimseyi işten çıkarmamaktı. Bilemiyorum...

*Geçenlerde Atatürk oto sanayi-4. Levent metrosunu kullandım. İTÜ istasyonunda arılar ve petekler, sanayi mahallesinde dişliler vardı. Güzel olmuş, aferin :)

*İstiklâl caddesinde çalışıp öğle araları pilatese giden, alışveriş yapan, hiç değilse iki insan yüzü gören insanları kıskanıyorum. Ezgi Hanım da bunlardan biri.

*Pilatesi bıraktığım için üzülüyorum ama kendimi suçlamıyorum. Çünkü üşengeçlik değil de gerçekten zamansızlıktan bırakmak zorunda kaldım. Acısını çekiyorum, o ayrı.

*Aylardan sonra ilk defa cumartesi bir şey yapmak, bir yere yetişmek zorunda değilim. Gözlerim yaşarıyor. 9'a kadar uyusam mı :)

*Bu kadar madde yeter, şimdi gidip zeytin ezmeli kurabiye yapmam gerekiyor.

3 Haziran 2009 Çarşamba

su

3 Haziran 2009 Çarşamba
Az önce Sabancı'dan e-posta geldi. Korktum. Çünkü değerlendirmeyi bu kadar çabuk yapıp mülakata çağırıyor olamazlardı. Ve başvuru da 29 Mayıs'ta sona erdiği için de başvurunuz alınmıştır türü bir şey olamazdı - diye düşündüm. Sadece postayı açana kadarki birkaç saniyede bunlar geçti aklımdan bir iç burulmasıyla. Meğer bütün gerekli evrakları teslim ettiğim için teşekkür ediyorlarmış. Kabul edilmemin epey zor olduğunu biliyorum fakat fark ettim ki kabul almazsam çok üzüleceğim. O yüzden inşallah kabul edilirim. Amin.

2 Haziran 2009 Salı

boya

2 Haziran 2009 Salı
Ne çok seviyorum boyalara bulanmayı... Balkon yavaştan atölye halini almaya başladı. Hala tertipsiz düzensiz bir kızım. O kadar sabırsızım ki, her şeyi hazırlamadan çalışmaya başlıyorum. Bekleyemiyorum. Acele edip henüz kurumamış tabağın üzerine boya kavanozu bırakıyorum mesela. Hmm, bir kurutma rafı iyi olabilir. Ama kurutma rafı çözüm değil. Biraz daha az heyecanlı, biraz daha dingin olmam lazım. Yoksa her çalışmayı en az 3 kere sil baştan yapmam kaçınılmaz olabilir.

merve

Gözünün içine baka baka büyüttüğün ağacın meyve vermesi gibi bi'şey...

Merve'nin öyküleri artık oynanmak üzere senaryolaştı, roller dağıtıldı. Merve hariç herkesin güzel sanatlar lisesi öğrencisi olduğu grupta, oynanacak oyun Merve'ninki. Ne mutlu!

1 Haziran 2009 Pazartesi

tete

1 Haziran 2009 Pazartesi
Zeynep'im geldi. İyi ki... Cuma iş çıkışı hemen Beyazıt'a gittim. Astronomi mayıs etkinliklerine. Biraz sunum, biraz belgesel, biraz müzik... Kadın bilim adamlarının hastasıyım bu arada. Ama gözlerimden akan yaşlar sadece bir önceki günün yorgunluğu ve uykusuzluğuydu. Yoksa tek gözden ağlamak gibi bir huyum yoktur :)Sonra hep beraber bize geldik. Yavaş yavaş fire verip saat 3-4 sularında Orçun'la kaldık. Orçun'u o kadar çok seviyorum ki... Canım benim. Sabah 8'e kadar biraz kahve, biraz çay, bolca sohbet. Sonra 2-3 saatlik enerji toplama uykusu. Ardından keyifli ve bol kahkahalı bir kahvaltı. Seviyorum böyle kalabalık sofraları. 3 gibi karma sergiye katılacak iki çalışmamı teslim etmek için evden çıktık apar topar.Sonra Horhor, bit pazarı. O kadar güzel şeyler var ki, kendimden geçtim. Zaten eskiye tutkunum... Ardından Süleymaniye'de kurufasulye, Vefa'da boza. Bu arada Orçun her köşe başında ben artık gidiyorum diyip, her zamanki gibi her yere bizden önce geliyor tabi :)
Ve sabah 4'e kadar tangoo! Çok güzeldi yine. Gecenin sonunda tabanlarım yere basamayacak kadar acıyor olsa da. Orçun'la sabah duygulara gem vurmama kararı almıştık. Pat pat söyleyecektik düşüncelerimizi. Dans ederken dansımıza dair "muhteşem" diyen adama "robotik" diyemedim yine de cevaben. Müziği dinlemek yok, duygu hiç yok. Neyse ki üç-dört parçayla kurtuldum. Bir gün gemlerden kurtulacağım, söz.Sabah kalkıp TEGV'e gittik. Zeynep de girdi etkinliğime ve bir gönüllü daha kazandırdık TEGV'e :) Çocuklar muhteşemler. Bugün de bir ders verdiler her zaman yaptıkları gibi. Unutmazsam sonra yazarım.
Araya bir akraba ziyareti sıkıştırdıktan sonra Yeşilköy'de aylık olağan terapimizi tamamladık :) Sanırım terapi 15 günde bire düşecek, zira iki hafta sonra Ankara'ya gitmem gerekecek gibi duruyor.Yeni girdim eve. Yine yorgun. Bir güncük daha ekleseler hafta tatiline, olmaz mı? Bünye yakında resti çekecek diye korkuyorum.
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket