23 Eylül 2011 Cuma

23 Eylül 2011 Cuma
Ben, gece 3'te ne yapıyor oluyorum? İşte bunları;

                                       

17 Eylül 2011 Cumartesi

fusbal günü

17 Eylül 2011 Cumartesi
Kağan Bey'in maçı nedeniyle bütün pazar günümüz Sarıyer civarında geçirdik. O eşgüdüm toplantısındayken ben sahildeki çay bahçelerinden birinde yarı kahvaltı ettim. Sonra o gelince onunla bi daha ve hatta sonra bir yarım daha :) Sonra diğer hakemlerle buluştuklarında ben de eski fotoğrafları derleyecektim ki karşıma bir mudo çıktı :) dekorasyon kısmına bakmamak olmazdı! English Home ve Mudo'ya dayanamıyorum. Bunlara bir de Ikea eklendi şimdi :) Alışveriş sonunda poşetlerde kağan için 3 tişört, annem için iki gömlek ve kendim için ekmek sepeti ve çay tabakları vardı :)
Beyler sahaya geçtiğinde ben de altın pamuk pastanesinde oturup fotoğrafları derlemeye başlamıştım kiii Mert geldi :) Ben çağırdığım için gelmiş olabilir tabi... Maç saatine kadar sohbet ettikten sonra protokoldeki yerimi aldım, öhöömm :) Yaklaşık 250 kare hakem pozu çekerek tamamladığım müsabakada bir gözlemci edasıyla yaptığım doğru tespitler de gözden kaçmadı :) Ayol, Ali(!) Dursun'u bile tanıdım, daha ne olsun :)

16 Eylül 2011 Cuma

aşçı

16 Eylül 2011 Cuma
Çalışan bayanın eve geldikten 25 dk sonra ortaya koyduğu yemek. Fotoğrafta pek belli olmasa da, ayıptır söylemesi, görüntü de tat da şahaneydi :) Bu bulamaç gibi gözüken şeyin adı ev makarnasıyla yapılmış yalancı mantı :)

14 Eylül 2011 Çarşamba

senfonik

14 Eylül 2011 Çarşamba
Ortaçgil'e teşekkürlerimi sunacaktım, bir türlü fırsat bulamadım... İstediğim anlarda istediğim şarkıları çaldığı, ve eylül akşamını çalmak için geri dönüp "bonus track" yaptığı için :) Pencere önü çiçeği de hiç bu kadar güzel çalınmamış, bu kadar güzel söylenmemiştir sanırım...
Erkan Oğur, Gürol Ağırbaş, Cem Aksel, Birsen Tezer ve 26 yaylının eşlik ettiği konser şahaneydi. Hiç bitmesin istedim.
Konser esnasında -orada olduğundan bihaber- lafı geçen Birkan Bey'in kafasının ucunu konser çıkışı görmek de ayrıca sevindiriciydi :) Bizi çok kıskandığınızı biliyoruz ama siz de şunu bilin ki, gelmenizi ve fantastik dörtlü olmayı çok istiyoruz. İki neşe, bir kağan, bir-kan :)
Ve uzun zamandır -derken belki de hiç olduğunu fark ettim- yapmadığımız bir şeyi yaparak gece geç saatlere kadar Taksim'de Elif ve Gökmen'le oturduk, sohbet ettik, lime lime doğranmış nohut suyu içtik :) Tekrarına!

12 Eylül 2011 Pazartesi

vay canına

12 Eylül 2011 Pazartesi
Teknolojik gelişmelerin günlük hayata yansımaları beni fevkaladenin fevkinde heyecanlandırıyor. Galiba avcı Yaşar eniştenin tavşan gördüğünde nefesinin kesilmesi gibi bir şey :) Benim de mühendis dürtülerim harekete geçiyor ve kalbim hızla çarpmaya başlıyor “Vay canına! Vay canına!” nidaları arasında :)


Havaalanında otoparka girerken bilet alma düğmesine basıyorsunuz ve çıkan biletin üstünde arabanın plakası oluyor. Yani tamam kamera fotoğrafını çekiyor, plakayı algılıyor, okuyor filan da… Her plakanın yüksekliği, yazı karakteri, yataydaki konumu aynı değil ki. Ey mübarek nasıl da okuyorsun anlıyorsun ya hu. G’yi 6 okuyabilirsin mesela ama yok, hata yok…

Teknik detayını bildiğim halde buna bile yeterince şaşırırken hafta sonu bir adım ötesiyle karşılaştım. Bu otoparka girerken bilet milet almıyosun. Ama girişinde ücret tarifesi var. Allah Allah nereden bilecekler ki kaç saattir içerde olduğumuzu derken çıkışta aldık ağzımızın payını. Bu sistem de giriş ve çıkışta aracın fotoğrafını çekiyor ve eşleştirip ödeyeceğin ücreti belirliyor. Bir “vay canına!” daha.

Bir tane de carrefour’un manav reyonuna gelsin. Tartma işlemi kasada, ya da manav reyonunda oturup sürekli ürün çeşidi girip düğmeye basan biri tarafından yapılmıyor. Müşteri kendi tartım işlemini kendi yapıyor. Bu sistem migros jet kasalarda da var ama jet kasalarda ana gruptan birkaç aşamada alacağın ürün grubuna ulaştırarak seçim yapmanı sağlıyor. Domates yerine kabağı seçersen bunu fark edecek ve uyaracak bir önlem yok. Carrefour’da ise ürünü tartıya koyduğunda karşına seçenekler geliyor ve %90 ihtimalle ilk seçenekte, kalan %10 ihtimalde de ikinci seçenekte koyduğun ürün yer alıyor. Bu da bende hayranlık uyandıran bir teknoloji. Evet, bu da diğerleri gibi çok basit. Renk algılayıcıları sayesinde zaten dar bir gruba indiriyor seçenekleri… Ama yine de hayranlık uyandırıcı işte!

Millet uzaya gidiyor, ben daha bunlara hayran kalıyorum :)
Kendimi en mutlu hissettiğim anlar, evime göze hitap etmekten başka bir amacı olmayan şeyler aldığım ve onları yerlerine yerleştirdiğim anlar…

9 Eylül 2011 Cuma

9 Eylül 2011 Cuma
3,5 saatte 35 km yol… Türkiye’nin en kalabalık şehrinin en işlek ana arteri yol-metrobüs çalışmalarından dolayı tek şerite düşerse olacağı budur…

8 Eylül 2011 Perşembe

anlayana sivrisinek saz

8 Eylül 2011 Perşembe
"ben aptal değilim, sadece iyi niyetliyim"

çalar saat

Pisikolocim bozuk benim. İnsan sürekli saate bakarak yaşar mı yahu? Uykun gelmeden ertesi gün zorluk çekmemek için belli bir saatte yatmak, 12 dakikada kahvaltı edip, 4 dk kahve keyfi yapmak... Ayakkabılarını 37 saniyede giymek, asansörün 42 saniye sürmesi... Arabayı bıraktığın yere göre arabaya yürüme mesafesini hesaba katıp iş yerinde olman gereken saatten bu dakikalar ve saniyeler toplamını çıkarıp o saatte uyanmak... Mesela 06:58'de... Deliyim deli :) 4 dakika ile kısıtlanmış kahvenin keyfi mi olurmuş?

Elektrikler kesilip 13 katı elinde bir sürü yükle inmek zorunda kalınca işe 3 dk geç kalırsın işte böyle... Rahat ol biraz, rahat!

7 Eylül 2011 Çarşamba

oldu mu?

7 Eylül 2011 Çarşamba
Ebru abim, ben senden mavi elbiseli bahar yazıları istemişim, sen bana bu yazını yollamışsın. Olacak iş mi? Tatil sonrası işe alışamama sorununu atlatmak için biraz neşelenmekti üstelik tüm istediğim. Köy yaşamından uzaklaşıp şu 4 bilgisayar bir havalandırmadan mütevellit suni ortama alışmaya çalışırken, geçen hafta içinde olduğum yemyeşil ormanlar, gürül gürül şelalerin bilgisayar ekranına hapsolduğu ortamda nefes alacaktım alt tarafı bir bahar yazısıyla… Oldu mu şimdi?

gel bu gece

Gel, bu gece bizim olsun
Uzanalım ay ışığının huzmesine
Bir yer yapalım ikimize orada
Gönül gönüle
Tehlikelerden uzak
İhanetlerden ise daha ırak…
Olsun ki güneşin cılız ışığı ısıtmasın
üşüsün bedenlerimiz
Olsun ki siyah beyaz olsun günler
görmeyelim, sarıyı, maviyi...
Ne çıkar?
İçimiz sıcak mı?
Yüreklerimiz rengârenk mi?
Mühim olan bu…
Bir düşün;
Yıllardır saramadığım bedenini saracağım orada
Özlediğim saçlarının karasına karışacak yüzüm
Gözlerim hiç susmayacak
seni seyredecek, doyasıya
ve
Haykıracak yıllardır içimde biriken sevdayı
gözlerinin elifine…
Değmez mi sence?..

Sen neler hissedersin o yüreğinde bilemem
Ama sus yine de
Her zaman yaptığın gibi sus
Ben, beni sevdiğini sanayım yine
Sessizce… İçin için…

Bu gece bizimken
Çok uzaklardan ay ışığıyla bize kucak açmışken
Hele ki sen kollarımdayken
Nasıl düşünürüm “beni unut” dediğin o günü
Reva mı?
Bu gecelik, hatırım için
Sus
Konuşma hiç…

e.
2010 kış

 
naeknhu © 2008. Design by Pocket