29 Eylül 2010 Çarşamba

thenotebook

29 Eylül 2010 Çarşamba

Battaniyeye sarılıp film izleme mevsimi gelmiş. Ne zamandır film izlerken salya sümük ağlamıyordum, açıldım.

28 Eylül 2010 Salı

elmyra

28 Eylül 2010 Salı

Bazen bi bakıyorum, içimdeki Elmyra günyüzüne çıkmış. Mis kokulu pofidik göbekleri uzak tutun benden! :)

26 Eylül 2010 Pazar

gelevera deresi

26 Eylül 2010 Pazar
Koyverdun gittun beni Allah'undan bulasun
Kimse almasun seni yine bana kalasun
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

Gelevera deresi iki dağun arasi
Yuzunden silinmesun piçağumun yarasi
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

(Anonim)

madem ki ben bir insanım

Kainatın aynasıyım
Madem ki ben bir insanım
Hakkın varlık deryasıyım
Madem ki ben bir insanım

İnsan hakta hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Hiç eksiklik yok insanda
Madem ki ben bir insanım

Bunca temenni dilekler
Vız gelir çark-ı felekler
Bana eğilsin melekler
Madem ki ben bir insanım

Tevrat'ı yazabilirim
İncil'i dizebilirim
Kuran'ı sezebilirim
Madem ki ben bir insanım

İlim bende kelam bende
Nice nice alem bende
Yazar levh-i kalem bende
Madem ki ben bir insanım

Enelhakkım ismim ile
Hakka erdim cismim ile
Benziyorum resmim ile
Madem ki ben bir insanım

Daimi’yim harap benim
Ayaklara türap benim
Aşk ehline şarap benim
Madem ki ben bir insanım

(Aşık Daimi)

25 Eylül 2010 Cumartesi

two tickets

25 Eylül 2010 Cumartesi
"i have two tickets to iron maiden baby
come with me friday, don't say maybe
listen to iron maiden baby with me"

diye bir şarkı vardı orta okulda mıydık neydi..

Sevgili benzer bi cümleyle gelince, Burcu ve bize hala unutmayacağımız şekilde benimsettiği bu şarkı geldi aklıma :)

Yarın(artık bugün) akşam Şevval Sam konserindeyiz, bekleriz.

22 Eylül 2010 Çarşamba

nnn

22 Eylül 2010 Çarşamba

Her daim arkamı toplayacağını bildiğim iki şahane insan. Kelimeleri seçmeden konuşabilmek, bir bakışla, bir gülüşle dünyaları anlatabilmek ne büyük rahatlık! Seviyorum sizi :)

*Demokrasi isterseniz kafanızı kırarım ama ona göre :)

21 Eylül 2010 Salı

futbol

21 Eylül 2010 Salı
Ben küçükken, halamlarla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezken, babannem Fenerbahçe maçlarını dizlerini döve döve izlerken, her Pazar saatlerce futbol yorumu dinlenirken, ailenin hem kadınları hem erkekleri için Fenerbahçe pek kutsaldı.

Odamın duvarını sarı lacivert boyadığım, sarı pantolon üzerine lacivert sweat shirt giydiğim zamanlardan bahsediyorum. Yaş 10-12. Bazen keşke Beşiktaşlı olsaydım da bu kadar zevksiz giyinmeseydim diye geçirirdim içimden :) Ama Fenerbahçeli olmak da bir ayrıcalıktı. Öyle inandırılmıştım :)

Sonra ergen dönemlerde futboldan uzaklaşıp basketbola kaymıştım. Tanrım ne büyük zevkti! Lise hayatımız boyunca o kadar çok maça gittik ki! Devir Efes ile Tofaş’ın kapıştığı devir. Şimdi kalmadı Tofaş filan o kadar eski yani :) Abdi İpekçi, Daçka, Ahmet Cömert üçgeninde neredeyse her hafta bir maç. Artık basketbolcuların eşleriyle, anne babalarıyla muhabbeti koyulaştırmış kıvama gelmiştik ki lise bitti, maçlara ara verildi…

Üniversitenin ilk yılında ne futbol ne basketbol… Derken babama babalar günü hediyesi almak üzere Fenerium’a giriyorum. “98>100” tişörtleri var, demek sene 2005. Eski günler aklıma geliyor, halamların her köşesinden Fenerbahçe fışkıran evleri, benim sarı lacivert odam aklıma geliyor ve dayanamayıp bir forma, bir çorap bir defter ve bir klasör alıyorum. Babamı unutmuyorum ona da bir tişört alıyorum, merak etmeyin :)

Defter kalın ciltli olduğu için taşımaya üşeniyorum, bir kenara kalkıyor. Forma her zamanki gibi kazandığımız bir Galatasaray maçının ardından bir kere giyiliyor ve Hakan abiyle tanışmamıza vesile oluyor. Çorap birkaç zaman sonra miadını dolduruyor haliyle. Klasörü de sıkılana kadar kullanıyorum…

Bi dakika bu seneye dair bir detay daha var aklımda. Yazlıktayız. Sezonun ilk haftası filan olabilir. Fenerbahçe maçını izlemeye sahildeki çay bahçelerinden birine gidiyorum. Garsonlardan biri burası çok kalabalık, içerde çay ocağında izle diyor. İçerde kuruluyorum rahat bir koltuğa. Çaylar gelip gidiyor. Muhabbet koyu. Para mara almıyorlar, bir dahaki maç için davet ediyorlar. Bak o yaz az iddaa oynamamıştık Ceko ile, şimdi hatırladım. Hiç kazanamamıştım, FYI (nimicim sana).

Sonra babannem Hakk'a yürüyor, halamlarla eskisi gibi görüşemiyoruz, babamla maç
izlemiyoruz.. E bireysel çabalar da bi yere kadar di mi. Ne futbol ne basketbol.. Araya 3-4 sene giriyor. Zaman zaman halı saha maçında eniştemin çeneme attığı top aklıma geliyor, gülüyorum.

Sonra bir hakem beyle tanışıyoruz. Halı saha maçları filan tanıdık geliyor. Haftanın her günü, günün her saati TV’yi açtığında futbol programı bulmasına şaşırmıyorum, çünkü babamdan tanıdık bana bu görüntüler.

Eski evimizin holünde kocaman bir Fenerbahçe ilk 11’i asılıydı. ’92 senesinin. 92 kadrosunu ezbere saymam bu yüzden, ben kaç sene o tabloya baktım sen biliyor musun? :) Okocha’nın kırmızı ayakkabılarını bilmeme, Engin’in bacağının kırıldığını ve sonra Çanakkale Dardanel’e geçtiğini hatırlamama, Collina’yı bilmeme şaşırma… Neticede eski bilgiler bunlar. İbrahim Toraman’ın hala oynamasına şaşırıyorum mesela. Çünkü benim bildiğim kimsecikler kalmamış artık sahalarda :)


Velhasılı… Bir ayda üç maça gittim. Üçü de Saraçoğlu’nda. En son Saraçoğlu’nda maç izlediğimde ilkokula gitmiyor bile olabilirim, hatırlamıyorum… Statta maç izlemenin keyfi oyundan çok tribünleri izleyince çıkıyor. Koca statta nasıl bir ahenk var. Birileri oturuyor, birileri kalkıyor, karşılıklı atışmalar, ışıklarla yapılan oyunlar ve maç izlerken çitlenen çekirdekler :)

Ben çok sevdim ve özlediğimi fark ettim. Neticede Haluk Bilginer’in dediği gibi insanları ortak paydada toplama hususunda futbol kadar iyi başka hiçbir şey yok.

20 Eylül 2010 Pazartesi

20 Eylül 2010 Pazartesi

Ortada üzerinde kırmızı ekoseli masa örtüsü olan masa, üzerinde yeşil saksıda mis kokulu fesleğen, etrafta taş duvarlar, karşıda taşlara dolanmış sarmaşık… Şahane bir kış bahçesi oldu. Kahveye bekleriz…
İnsanın yazdıkça yazası, yazmadıkça da yazmayası geliyor. Kendimi tekrar ediyorum. Evet blog yazmak hep aklımın bi köşesinde ama bilgisayarı nadiren açtığım zamanlarda takip ettiğim iki-üç blogu bile açmaz oldum artık.. Maymun iştahlı Neşe iş başında anlayacağınız. Ve yaşam enerjimi sömüren bir illet var başımda ki sormayın gitsin. Allah’tan panzehiri ondan önce gelmişti de sayılı günleri geçirme konusunda başarılı bir tutum sergiliyorum.

Ne zamandır kardeş gelecekti kızıma. Artık iyice yaklaştı. Son hazırlıklar da tamamlanmak üzere. Ha gayret. Sonrası daha güzel ve bilinçli olacak da, geçmişi hiç etmek de olmazdı.

Ben inanıyorum, güzel şeyler olacak. Saçma sapan şeyler öğrendim hayatım boyunca, bunların ortak meyvesinin ne olacağını merak ediyorum, ama birbirlerini beslediğini biliyorum. Zaten bugünden keyif almayı başarabildikten sonra gerisi ancak kaymağı olur. Çok carpe diem bi kızım, biliyorum.

“Kendime yolculuk”la başlamıştım TEGV’e. O etkinlik bitti, o dönem bitti, o çocuklar gitti benim kendime yolculuğum o günden beri sürüyor. Kimi zaman tökezlemiyor değilim, yolumda düzgün ilerleyemediğimi fark ediyorum bazen, ama yolum güzel, sorun bende… Biraz beceriksizim. Ama fena değil he durum, yanlış anlaşılmasın, toparlarım. Ben pek güçlü görüyorum kendimi.

Şu an işteyim. Son bir saat, al işte yayınlayamadıktan sonra neye yarar deyip sinirlenmek yerine gmailime yolluyorum eve gidince yayınlamak üzere. Pek meşakkatli bir iş doğrusu ve ruhsuz ama olsun.
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket