29 Eylül 2009 Salı

kararsız

29 Eylül 2009 Salı
Kararsızın önde gideni bayrak tutanıyım. Bu uğurda bi'şeyler yapmalı. Bomba imha kursuna filan mı gitsem. 10 sn içinde doğru kabloya karar vermece filan... Bu böyle gitmez zira.

moda

Blogçum bir özel okul öğrencisi olarak hemen moda muhabbeti yapayım sana. Neler in neler out filan. Moda insanın kendine yakışanı giymesidir derler ya ne hikmetse aynı dönemlerde aynı şeyler yakışır bu insanlara ve birbirinin aynısı zilyon tane insanla dolar sokaklar. Burada yeni tanıştığım kimseye selam veremiyorum çünkü emin olamıyorum hangileriyle tanıştığımdan. Hepsinin üzerinde mini etek/şort ya da tayt üzerine uzun tişört, yüzlerinde de yüzlerinin yarısını kapatan güneş gözlükleri ve ayaklarında şu korkunç canavar ayaklarından var.
Yere bakarak yürürsen etrafta bir sürü Alf'in dolaştığını zannedebilirsin :)
İddiaya göre o bir parmak yünlü çizmeler yazın serin, kışın sıcak tutuyormuş. İnanmazsan dene blog. Ben denemeyi bile göze alamıyorum 5 sn içinde pişik olurum korkusuyla. Velhasılı cahil kalma, neler moda öğretiyorum işte sana. Değerimi bil.

27 Eylül 2009 Pazar

gökkuşağı

27 Eylül 2009 Pazar
Az önce eve gelirken gökyüzünün rengi çamur gibiydi. Gökyüzüne gönülden bağlı bir insan olarak bu kadar çirkin bir gökyüzü görmeye içim elvermedi. Bir yerlerde bir güzellik olmalı, ne bileyim, bir ışık hüzmesi filan diye düşünürken bir baktım oradan kocaman gülümsüyor rengarenk! Gökkuşağı... Tanrının bir jesti olmalı :)

masaj

Dünden beri boyun ve sol omuz civarı fena. Kaskatı... Sabah Caner o kadar masaj yaptı ama tık yok. Vakti zamanında Ayça'nın masajla ilgili dilekleri vardı. Ben de istiyorum, masör arkadaş istiyorum :) Masaj kursları civarında takılıp süper masaj yapan arkadaşlar mı edinsem?
Bu kadar masaj merakının üzerine blogger beni sapık sanıp spam blog ilan etmese bari :)

son ki üç dört

Bilogçum, çok eğleniyorum son zamanlarda. Bir aydır görüşmediğim biri için çok normal fakat her gün görüştüğüm insanlar için çok abuk ve dengesiz bir hayatım var çünkü. Her gün yepyeni bir hayat düzeni benimsiyorum :) Pazartesi dananın kuyruğu kopuyor. Artık yaptığım hiçbir şeyle insanları şaşırtamıyorum. Uganda'ya taşındım desem "aa iyiymiş, kart atarsın bize de" diyecekler neredeyse :)

Dün akşam kızlarla -Elif, Aslı- buluşup yemek yiyecektik. Piyangodan bir Kağan Bey de bize eşlik etti. Gece boyunca Elif'in kelimelerini yakalamaya çalışıp sonunda artık dayanamayıp isyan etti yeter artık ne çok konuşuyorsunuz diye. O kadar içten bir yakarıştı ki.. :) -- Daha sonra çay kahve aşamasında amorti olarak Birkan Bey de geldi.

Bugün tahminen 15 ayın üstüne Pekpekin ile görüştük. 1 saat 15 dakika beklettim kendisini 10 km/s hızla giden metrobüs sayesinde. Kahve içip sohbet ettik uzuuun uzun. Yine Sündüz Teyze adına kabak tatlısı sözü aldım, bakalım bu sene yiyebilecek miyiz...

Ardından Taksim'e geçtim. Birkan'a veda toplaşmasına. Önce Ahmet ve Işıl'ın yanına gittim. Çifte tebriğin ardından Ahmet süper yaşam koçluğu yaptı. O kadar ki bir anda üçümüz de iş güç sahibi olduk :)

Onların yanına giderken telefonumun şarjı bitti. Hiç kimsede olmayan abuk bir telefonum olduğunu dolayısıyla şarj aleti bulamayacağımıı düşünüyordum, keza öyle de oldu. Fakat abuk telefonumdan masada üç kişide vardı :) herkes süper telefon olduğunu iddia ediyor. Volk'un deyimiyle dertsiz telefon. O kadar dandik ki, bozulduğu anda çöp kutusuna için sızlamadan bırakabilirsin :)

Konuşulan saatten iki saat sonra nihayet kalabalık ekiple buluşup hiç sevmediğim halde Akdeniz'e gittik, Kazım abinin hatrına. Sonra çok geçe kalmadan ayrılmak zorunda kaldık Eylül, Ekim ve Cansu ile...

Aslında bu akşam için bir de milonga planı vardı ama telefonumun şarjı bitince Ezgi Hanım ile haberleşemedik ve zaten sonrasında eve dönüşü de gözüm yemediğinden gerçekleşemedi.

Bugün yine vakfa uğrayamayacağımı fark edince telefonla görüştük Beyza ile. Yarın Ankara'ya gidiyorum. Döner dönmez ilk iş ona uğramak olacak diye sözleştik. Yapacak çok işimiz var bu dönem. Cumartesi 12-14 Düşler Atölyesi var gibi duruyor. Bir de Galileo öğretmeni olarak kulüp etkinliği hazırlamalı...

Şimdi eve dönerken üzerindeki "İnsanı yenilmek değil, pes etmek tüketir!" lafına aldanarak aldığım filmi izleyerek sızayım bari.

24 Eylül 2009 Perşembe

sevmek kolay

24 Eylül 2009 Perşembe
bir sıcak söz, bir demlik çay
işte sevmek bu kadar kolay

23 Eylül 2009 Çarşamba

yalancı

23 Eylül 2009 Çarşamba
Sanırım demin yalan söyledim. Cuma günü Bakırköy'deydim yahu. Çıkmışım işte... Birkan Bey, Hande Hanım ve Eylül Hanım ile buluştuk. Özlemişim kerataları. Birkan Bey'in TUS'u kötü geçmiş. Yolcu kendileri. Mecburi hizmet... Hande Hanım da uzun vadede yolcu gibi gözüküyor ama benden duymamış ol blog.
O gün iştirak edemedi diye ertesi gün bize geldi Cansu Hanım. 1 saat durup kalkacaktı... Ama o kadar çok şey birikmiş ki saate bakmak aklımıza geldiğinde 3 saat geçmişti bile. Gazoz açacağı almış bana. Sırf kullanabilmek için on yüz milyon soda açıp dizecektim az kalsın önüne :) çok çılgın bi'şey, buzdolabına bile yapışıyo :)
Ertesi gün de bayram olması münasebetiyle ailenin kalan son neferini ziyaretin akabinde Alper Bey ile görüştük. Bayram ziyaretlerini tek hanede bitirmek enteresan bir durummuş. Eğer ağrıdan kıvrandığın bir günse güzelmiş mesela.
Pazartesi, salı malum... Ben de nereye gidiyor bu günler diyorum. Halbuki seni işlevsel kullansam anlayacağım günlerin nereye gittiğini di mi blog?
Böyleyken böyle.
Arrivederci!

üç kötü özelliğinizi söyler misiniz

Son zamanlarda evden sadece şehri terk etmek için çıkıyorum. Bakkal, çakkal, sahil gezmelerini saymazsak... Yapmam gereken şeyler, görüşmem gereken insanlar, uğramam gereken mekanlar var. Ama hepsini bastıran tembellik var. Yarın teslim etmem gereken ödevim var. Henüz 1/3'ü tamam. "Ben şimdi yatayım, sabah erken kalkar yaparım" söylemleri baş göstermeye başladı bile.

Canım sıkılıyor. Sürekli dikkatsiz ve aptalca davranıyorum. Belli bir olay değil... Hayatımın her alanında böyle durum... Tabi bazı sonuçları can yakıcı olabiliyor. Konsantrasyon sorunu olmayan bir insan olabilmeyi dilerdim. Böylece her şeyi sıkıldığımdan dolayı yüzeysel yapma eğiliminde olmazdım. Falan filan.

Sırf yazmış olmak için yazıyorum fark ettiysen. Çok boş kaldı buralar.

Hani Amasra beni feci bi hayal kırıklığına uğrattı ya, çok pis içimde kaldı. Sen yıllar yılı gitmeyi o kadar iste, git ve ne göresin beton, beton, beton. Bildiğimiz apartmanlar. Kalabalık. Rivayete göre zamanlama kötüymüş. Ama önemli değil. Öyle bir yer var ki, Amasra da neymiş dedirtiyor. Söylemicem işte neresi olduğunu. Kimse bilmesin. Orası da Amasra olmasın. Evet huysuzum. Pazartesi, salı oradaydım biraz huylanmak için ama olmamış galiba.

Ben gidip biraz bal kaymak yiyeyim, sonra da uyurum. Belki o zaman geçer.

seni seyretsem

Seni seyretsem.
Sen karşı koltukta, ben yanı başında.
Gözlerim gözlerinin ferine aksa.
Nefesin nefesime solusa.
Sen, sen olmaktan; ben, ben olmaktan çıksak birkaç saat.
Elimi uzatsam siyah saçlarına, dokunmaya çalışsam.
Usulca sevsem.
Sen dayanamayıp göğsüme yaslasan başını.
Saatler mola verse o an.
Sonrasında, içime soluyan nefesin daha da yaklaşsa.
İçime işlese.
Ta yüreğime karışsa...
Yüzüm saçlarına gömülse.
Koklasam, koklasam, koklasam...
Gözlerimi kapatsam, başımı başına yaslasam.
Sen kulağıma sevda sözleri fısıldasan.
Oracıkta seninle çarpan kalbim kuş olsa, kanatlansa.
Saatler moladan vazgeçmese.
Gece güne varmasa.
Dünya dönmekten vazgeçse.
Ve biz kalsak öylece, ömür yettiğince.
Hiç ayrılmadan...

seni seyredebilmek... nakşetmek gönüle... usulca...

Ebru Yaşar Seçen
2007 kış

19 Eylül 2009 Cumartesi

ayakkap

19 Eylül 2009 Cumartesi
Hanım kadınlar bu havalarda elbise altına nasıl ayakkabı giyiyor çok merak ediyorum. Topuksuz, rahat vefakat sıcak tutan, yağmurdan koruyan ayakkap istiyorum.

17 Eylül 2009 Perşembe

lâl

17 Eylül 2009 Perşembe
bir bulut olsam, yüklenip yağsam
dökülsem damla damla toprağıma
bir deli nehir, bir asi rüzgâr
olup kavuşsam üzüm bağlarına

bir çiğ tanesi, bülbülün çilesi
annemin sesiyle güne uyansam
radyoda yanık içli bir keman
ağlasa nihavend acemaşiran

bir turna olsam, yollara vursam
uçabilsem kendi semalarıma
bir seher vakti sılaya varsam
selam versem ah sıra dağlarına

komşunun kızı çoban yıldızı
yaz bahçeleri yeşil, mor, kırmızı
ah şişede lâl hem de ay hilâl
bir daha da görmedim öyle yazı

16 Eylül 2009 Çarşamba

vaylıs

16 Eylül 2009 Çarşamba
Bu yazıyı otobüsten yazıyorum. Yeni bi teknoloji değil biliyorum ama "tealaaamm bu günleri de mi görecektik" diyorum. Şu şehirlerarası otobüsleri teknolojiyle bağdaştıramıyorum nedense. "İstanbul yolcusu kalmasıınn, geç abla geç vaylıs var!"

Bir de çok sevdiğim kulaklığım bozuldu. Önce sol, şimdi tamamen. Pöff :(

15 Eylül 2009 Salı

geldi çattı

15 Eylül 2009 Salı
Blogcan, işe girdiğimden beri ağzımdan düşürmediğim istifa sonunda cuma günü itibarıyle gerçek oldu. Vedalaşırken 1,5 senede aslında ne kadar fazla insandan ne kadar çok şey öğrendiğimi fark ettim. Her zaman söylediğim gibi, orayı çok seviyordum ama şu kendini gerçekleştirememek mi yetinememek mi bilmiyorum, içten içe kemiriyordu beni. Ve eğer madem bir gün ayrılacağım burdan, bir an önce olsun diyordum.
İstediğim, beklediğim şeyler aslında çok basit, çok temel... Ama öyle bir akıntıya kapıldım ki, yerimde duramıyorum. Bu akıntının beni istediğim yere götürmeyeceğini de biliyorum sanırım. Üstelik kapıldım dediğim son zamanlarda olan bir şey değil, epeydir içinde olduğum bir akıntı... Hep bir fazlasının beklenmesiyle ilgili bir durum...
Bu düşünce bu öğlene kadar aklımda yoktu. Koşturmaca yavaşlayıp da düşünmeye fırsat olunca haliyle böyle şeyler çıkıyor.

Cumartesi 11 otobüsüyle geldik Ankara'ya, Oli Bey ile birlikte. 5 gibi buradaydık. Önce kampüse gelip yurda kaydımı yaptırdık, ardından eşyaları odaya bırakıp Bahçeli'ye gittik. (Eğer Bahçelievler'e Bahçelievler dersem Ankaralı olmadığım anlaşılır. :) )
İftardı, tatlıydı derken saat 9 buçuk gibi Kızılay'a geçtik. Oradan Tunalı'ya doğru yürüdük ki, gündüz sözleştiğimiz gibi Öz ve Siman çifti ve arkadaşlarıyla buluşalım. Gittiğimizde sakin bir yerde oturuyorlardı. Sonra sırf ücretsiz girişleri var diye -gece hayatıyla pek tanışık olmadığımdan emin değilim- kulüp / bar tarzı bir yere gittik. Pek tabii ki tez zamanda sıkıldık ve Siman'ın huzurlu yuvasına doğru yola çıktık :) Evi çok çok sevimli...
Biraz sohbet ettikten sonra yolun ve uykusuzluğun da verdiği yorgunlukla uyku faslına geçtik.
Asıl sürpriz ertesi güneymiş. Böyle bir pazar kahvaltısı yapmayalı uzuuun zaman oluyordu. Becerikli gurmemiz Bilgen ve başarılı aşçımız Siman'ın büyük emeğiyle hazırlanan kahvaltımızı uzun zamana yayarak yaptık. Oli Bey akşam üzeri İstanbul'a döneceği için fazla geçe kalmadan bizi Bahçeli'ye bıraktılar. Bir kahve içimlik zamanımızda Zeynep Hanım da bize eşlik etti. İstanbul yolcumuzu uğurladıktan sonra Zeynep Hanım ile akşam yemeği yedik ve yurt yaşantısında gerekli olacak şeyler alışverişi yaptık.
Pazartesinin sürprizi de Utku Bey idi. Ankara'ya iş görüşmesine gelmiş. Öğleden sonra kendisiyle buluşup hoşbeş ettikten sonra onu da İstanbul'a uğurladık ve kabullenmemiz gereken Ankara'mızla başbaşa kaldık.
Dün de yurda geç geldiğim için zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Vefakat bugün... Ne yazık ki yine başladı o sorgulama... Yarın gece İstanbul'a dönüyorum... Biraz kendimle kalıp kafamı toparlasam iyi olacak. Araya bir küçük tatilcik filan...

Bir dahakine daha sevimli şeyler yazıcam, söz!

Unutmadan, ben bugün Gurbet gördüm. Daha doğrusu dün birden önüme atladı da konuşmaya vaktimiz yoktu. Bugün onların bölümden bir hocayla görüşmem vardı, o vesileyle Gurbet Hanım ile de uzun uzadıya konuşabildik.

Bir de bugün ilk defa "hocam" oldum :)

11 Eylül 2009 Cuma

kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına

11 Eylül 2009 Cuma
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına
Ayrılık görünmüşken yâr tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına
(Kaptanzade Ali Rıza Bey)

7 Eylül 2009 Pazartesi

danışman

7 Eylül 2009 Pazartesi
Atanan iki danışman hocamı da tanımadan çok sevdim. Biriyle toplamda beş dakikalık bir telefon görüşmemiz oldu. Hem çok samimiydi, hem de çok büyük iyiliği dokundu bana. Diğeri de tangocuymuş. Aktif olarak dans ediyormuş. Tez arası tango fikri oldukça cezbedici :)

bugün

Ben bugün Deniz hoca gördüm. Evi çok sevimli olmuş. Ferforje parmaklıkları sarmaşıklar sarmış. Camdan muhabbet ettik. Fark ettim ki özlemişim kendisiyle laklak yapmayı. Daha geniş bir zamanda karşılıklı çorba içip sohbet etmeli :)
Sonra efendime söyleyeyim Cihangir'in ara sokaklarında yürüyüp, denizlere çıkan sokaklarda mola verip İstanbul'u içimize çektik. Sonraaa... Yıldız'ın Rumeli Hisarı'ndaki tesisinde akşam yemeği yedik... Mekan zaten güzeldi de, bir yeri sevmemde en önemli etken ne yemekleri, ne manzarası. Çalışanları... Onlar da çok tatlı olunca keyifli bir yemek oldu. Bunda tüketilen yaklaşık 1 kilo balın yarattığı halüsinasyonların etkisi var mıdır bilemiyorum :) Zira aşırı şeker yüklemesinden başım hala dönüyor. Velhasılı tavsiye ederim. Yine de en yakın zamanda İTÜ'nün Vakıftepe tesisine gidilip kıyaslama yapılacaktır :)

asi

Sevilen insanlara "rağmen" bir şey yapmak/yapmaya çalışmak dünyanın en yorucu, en yıpratıcı şeyi sanırım. Ya da öyle olmadığını anlamak için fazla hamım.
Belki bir gün pişerim de istediğim şeyleri yaparken vicdan azabı çekmemeyi öğrenirim.
Bu özgürlük olayı çok fazla kafamı kurcalıyor. Kabul, hiçbirimiz yeterince özgür değiliz... Örneğin canımız çalışmak istemiyor diye çalışmama özgürlüğümüz olmadığı gibi, yolun ortasında detone şekilde bağıra bağıra şarkı söyleme özgürlüğümüz de olmuyor çoğu zaman. Ama toplumsal kurallarla örtüşen isteklerimizde kısıtlanmak oldu mu konu, ruhum daralıyor. İsyan çıkarıyorum. Ben böyle değildim aslında. Daha mülayim bi' insandım. Sanırım içime bir asi kaçtı.

4 Eylül 2009 Cuma

öğrenciliğe dönüş

4 Eylül 2009 Cuma
Artık tekrar öğrenciyim blogçe! Dün kaydımı yaptırdım. Öğrenci kimliğim filan var. Çok heyecanlı :)
Ankara bana kendini sevdirmek için elinden geleni yaptı sanırım. Eh, başarılı oldu diyebiliriz.
Sabah 6:30’da AŞTİ’deydim. Tam 1 saat Zeynep’i bekledim üstelik hiç uflamadan :) Hatta nerdesin diye ilk arayışım 40 dakika bekledikten sonraydı. Buluştuk, metroya bindik. Konuşurken ineceğimiz durağı kaçırdık. Yine uflamadan bir durak geri yürüdük. Ankara o saatler için İstanbul’la kıyaslandığında, üstelik merkezi bir yerde olduğumuzu düşünürsek fazla sessizdi. Hani daha önceden demiştim insanı yalnızlığa iten şehir diye… Öyle gerçekten. Ama bundan hiç şikayet etmiyorsun. Benim gibi kalabalık düşkünü bir insan için bile durum böyle.
Uzunca kahvaltı keyfi yaptık. İyi geldi. Aslında kahvaltı çok aman aman olduğundan değil de, ne zaman bir yere yetişme derdim olmadan bir şeyler yapsam, ki bu su içmek kadar basit bir şey bile olabilir, sonsuz keyif alıyorum. Kendime söz verdiğim gibi bütün günü koşturmacadan uzak geçirdim orda da. En kötü ihtimalle iş yerine telefon açar, yarın gelmiyorum derdim.
Saat 10'a yaklaştığında Zeynep idmana, ben de okula doğru yola koyuldum. Zeynep'in tarif ettiğinin üzerine hiç yol sormadan... Biliyormuşçasına :) Gittim, hiç beklemeden, sorun yaşamadan kaydımı yaptım. Ders programı için Ülkü hocayla görüştüm. Ardından Zeki bey ile görüşüp yurdu ayarladım ve tekrar Bahçeli'ye döndüm. Zeynep'in de idmanı bitmişti. Aslında daha makul bir saatte İstanbul'da olmak için dönüşe geçebilirdim ama dedim ya, koşturmaca yok... Güzel bir öğle yemeği yedikten ve 10 kişilik kız takımını memnun etmek üzere gönderilmiş elmalı frozenlarımızı yudumladıktan sonra sinir bozucu ağırlıktaki adımlarımla kızlardan ayrılıp dönüşe geçtim.
Giderken olan endişelerimin hepsini Bolu civarında bi yerlerde bırakmış olmalıyım. 12'sinde gidiyorum artık. İçim rahat, biraz heyecanlı, gideceğim günü bekliyorum şimdi. Evden ilk ayrılışım sayılır 3 aylık Bursa maceramı saymazsak. Bir de bu gidişle yavaş yavaş evden kopuşumun ilk basamağı olacak. Heyecanla bekliyoruz...
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket