26 Mayıs 2010 Çarşamba

demo

26 Mayıs 2010 Çarşamba
Masamdan eksik olmayan papatyalar, arkada çalan Melihat Gülses, mutfakta çayımı tazeleyen bir sevgili... Ben çok sevdim bu hayatı.

16 Mayıs 2010 Pazar

16 Mayıs 2010 Pazar

nihayet


Ama APS ile, ama kapıyı tıklatarak... Biliyordum bugün geleceğini, kahvemi seninle içeceğimi...

Sardunya tomurcuk verdi, tıpkı dediğimiz gibi. E hadi!


13 Mayıs 2010 Perşembe

uç uç leyleğim

13 Mayıs 2010 Perşembe
10.09.2007 20:05 Haydarpaşa'dan kalkış
12.09.2007 07:40 Diyarbakır'a varış-Hasankeyf'e geçiş, Hasankeyf'i keşif
13.09.2007 sabah Mardin'e geçiş (taş evler)
14.09.2007 sabah Adıyaman'a geçiş, Nemrut'a çıkış
15.09.2007 Nemrut'ta güneşin doğuşunu izleme
15.09.2007 18:10 Malatya'dan trene biniş
16.09.2007 23:00 İstanbul'a varış

17.09.2007 Okul Başlıyor!

demiştim 2007'de Bursa Görükle'de kaldığımız yurdun lobisinde.

Şimdi neredeyse 3 yıl sonra treni uçakla değiştirip birebir aynı planı yaptığımı fark ettim. E tabi "17.09 okul başlıyor!" yerine "08.06 iş başlıyor!" demenin farkı :)
Ha pardon, Nemrut'ta güneşin doğuşu yerine batışını izleyeceğiz bu sefer.

Yıllardır sayıkladığım Hasankeyf+Nemrut'a sonunda gidiyorum. İnşallah.

Ağzımdan çıkan her isteği havada kapıp gerçekleştiren beyefendiye "iyi ki" diyorum... İyi ki...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

affedin bayım

12 Mayıs 2010 Çarşamba
Bazen olmaz mı sizin de içinizin sesini bile duymaya tahammül edemediğiniz? Ben de böyleyim bu aralar sanırım. Bayım, size değil garezim. Şu boyun ağrıları yok mu, onlar hepsinin sorumlusu. Yoksa ben karşınıza çıkmadan beyaz papatyalarımı dolduruyorum kucağıma. Ama yazık, bir bakıyorum büküvermişler boyunlarını. Kendime kızmak da çare değil ki, bir söz geçiremediğim o zira. Ama sıkın dişinizi. Geçecekmiş, fısıldadı kulağıma...

9 Mayıs 2010 Pazar

yıldız kayması

9 Mayıs 2010 Pazar
N: Bundan binlerce yıl önce atalarımız gökyüzüne baktığında bizimle aynı yıldızları görüyorlardı, bizim torunlarımızın torunları da aynı yıldızları görüyor olacaklar.
Ç1: Ama Neşe abla olamaz ki, yıldızlar kayıyor. Onlar yok olmuş olacak.
(cevap vermeye fırsat kalmadan)
Ç2: Hayır o kayanlar yıldız değil ki, atmosfere giren çok büyük taşlar yanıyor, arkalarında öyle iz kalıyor.

Bunu söyleyen 8 yaşındaki bir kız çocuğu! Ağzım açık hayranlıkla izledim! Çocuklar muhteşem varlıklar...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

8 Mayıs 2010 Cumartesi

tegv


Bu dönemki çocuklar fena. İlk defa... Çok zorlar... Bayağı bir şey öğretecekler gibi duruyorlar istenmeyen davranışlarla mücadele konusunda. Umarım zararsız ve kayıpsız atlatırız...

cunda-erdek

23 Nisan'ın cumaya denk gelişini fırsat bilip perşembe akşamından yola çıktım. Yetişirim yetişemem derken iş çıkışı 20:00 deniz otobüsüne yetiştim. Horul horul bir yolculuğun ardından Bandırma'da babam karşıladı. Bandırma'da açık yer bulamadığımızdan kelli evde yeriz deyip Erdek'e geçtik. Ben yolda yarın Cunda'ya gidelim fikrini ortaya atınca bir önceki hafta Cunda'ya giden arkadaşı Aspava'nın işletmecisi Hüseyin abiye uğramayı teklif etti babam. Hay haayy... Hüseyin abi, Nadir abi çok sevimli insanlar. Aspava da inanılmaz sıcak ve rahat bir mekan. Aspava'da Hüseyin abi ve Nadir abiye ilaveten Sinan abinin de eğlenceli muhabbeti eşliğinde yemek yiyip Cunda bilgilerini topladıktan sonra ne kadar uyusak kardır deyip eve geçtik sabah 7'de yola çıkmak üzere.

Planladığımız gibi sabah erken yola çıktık. Yoldaki radarlara prim vermemek için 80-90 gittiğimizden yol biraz uzun sürdü. Yaklaşık 250 km. Yol ortasında bir de Susurluk kahvaltı molası olunca Cunda'ya varmamız 12'yi buldu... Nasıl bir insanım ki sabahın 9'unda vıcık vıcık yağlı çiğ börek yiyip ayran içtikten sonra Van'dan aşina olduğum kavut ve balı görünce dayanamayıp kahvaltıyı başa alıp bir posta da ondan yedim.

Aslında Erdek-Cunda gezisi olduğu gibi yeme içme üzerine kurulu bir geziydi...

Ayvalık'ı Cunda Adası'na bağlayan köprü Türkiye'nin ilk boğaz köprüsüymüş. Cunda'da önce Aşıklar Tepesi'ne Rahmi Koç tarafından restore edilen ve bugün Necdet Kent kütüphanesi olarak anılan taş değirmene gittik. Çok sevimli beyaz masalar, mavi sandalyeler vardı. Etrafın yeşilliğiyle bir araya gelince tam bir ada cafesi olmuş. Ama ne yazık ki servis biraz fazla ağırdı.

Değirmenden sonra daracık ada sokaklarında biraz yürüdükten sonra manastırları gezelim dedik. Birinde restorasyon olduğundan yolundan çevrildik, diğeri ise bir adacıkta olduğundan gidemedik. Dönüp dolaşıp sahil tarafına çarşıya geldik.

Sakızlı dondurma yemeyeni dövüyorlarmış. Hem sakız hem dondurma, daha ne olsun ooh miss.. Ardından Ayvalık Tostu yedim hayatımda ilk defa. Ayvalık'a kadar gelip Ayvalık tostu yemedim dememek için. Tabi içindeki malzemelerin yarısını koydurmadan... Zaten önce tatlı, sonra tost sıralamasında da bir yanlışlık oldu :) Olsun, fena pisboğazım...
Etrafın kalabalığına ve gürültüsüne aldırmadan biraz kitap okudum. Bıraksan 5 saat daha o sandalyede öylece otururdum...

Biraz çarşı pazar gezip karşı koyamadığım deniz kabuğu hastalığımın esiri olarak abuk subuk şeyler aldıktan sonra sıra yine yemek yemeye geldi! Şaka gibi ama iki gün boyunca 2 saat aralıklarla ana yemek kıvamında yemek yedim!

Cunda'da yemeden dönmeyinler arasında karides dolması, papalina ve sıcak ot vardı. Yemeden dönmek olmazdı... Deniz kenarındaki Lyra restorana rezervasyon yaptırmıştık, o günlerdeki Lyrid meteor yağmurunun hatrına. Sonra Lezzet Diyarı'nın yanından geçerken gelen Rum ezgilerini duyunca dayanamayıp oraya oturuverdik. Servis de lezzetler de oldukça başarılıydı.

Yemek sonrası saatin kaç olduğunu güneş saatine sorduktan sonra güneşin batımını izlemek üzere adaya 20-25 dk uzaklıktaki Şeytan Sofrası'na gittik.

Aşağıdaki fotoğraftaki çukurun da şeytanın ayak izi olduğuna inanılıyormuş. Şeytanın ayak izine dilek parası atan zihniyeti ise hala çözemedim! :)

Güneş'i uğurlayıp yola koyulduk Erdek'e.

Ertesi gün lensim yırtılınca planlarda biraz değişiklik oldu. Mükemmel anne Nuriş İstanbullar'dan elini uzatıp bana yirmi dakika içinde Bandırma'da lens buldu, üstelik resmi tatilin ertesi günü olan bir cumartesi günü... Lensçi bile böyle bir anneye sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumu söyledi ya, yeter! :)

Bandırma'dan zeytin, zeytinyağı, zeytinyağı sabunu gibi bilimum alışverişimizi yaptıktan sonra dönüşte Kyzikos'a gittik. Hadrian tapınağı olarak da geçiyor. Henüz kazı aşamasında, şu halde;

Kyzikos'tan sonra Erdek'e bağlı köylerden biri olan Turan köyüne gittik. Balık yemeye. Bilmeyenin gitmesinin imkansız olduğu bir yerde, bir dere kenarındaki Uysal alabalık tesisine...

Bol hareketli, bol gezmeli, bol yemeli bir hafta sonu kaçamağı daha gerçekleşmiş oldu. Listeden Cunda da eksildi. Yıllardır alınan Atlas dergileri boşa gitmeyecek gibi duruyor! :)

neler neler

İyice boşladım seni blog. 25-7=18 gün olmuş.. Bu 18 güne ne sığdı? Bir Erdek, bir Cunda, iki Edirne gezisi, bir Nilüş doğum günü, bir Ekim resepsiyonu, bir özel ve güzel pazar günü kaynaşması :), iki vakıf etkinliği, bir Hıdırellez eğlencesi...

Ayrıntılar az sonra! :)
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket