26 Ağustos 2009 Çarşamba

müstahak

26 Ağustos 2009 Çarşamba
Çantamdan sekiz sene önce yapılmış alışverişlerin fişi çıkarken geçen hafta benzer bir alanda yapılmış tezin konusunu ve sahibinin adını yazdığım kağıdı bir türlü bulamadığım için kendimden nefret etmesem bile "sabaha kadar uyku yok" cezası vermeyi düşünmüyor değilim.

çadır doğurdu

Artık yeni bir çadırımız var blogcan. Eski çadırınızı Denizli'ye gönderin, yeni çadırınız evinize gelsin kampanyasından yararlandık.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

biraz gerçekçi olabilir misin tatlım?

24 Ağustos 2009 Pazartesi
baba

isim

1 . Çocuğu olan erkek, peder.
2 . Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek: "Türk babanın ve Türk ananın çocuğu Türk'tür."- Anayasa.
6 . mecaz Anlayışlı, iyi huylu erkek.
8 . mecaz Koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse.
10 . sıfat, argo Çok kaliteli, üstün nitelikli.

23 Ağustos 2009 Pazar

hayatına aksiyon katmak ister misin?

23 Ağustos 2009 Pazar
Neden olmasın? :)

çalışkan

"Ders çalışmam gerekiyor" demeyeli uzun zaman, "Gelemem, ders çalışmam gerekiyor" demeyeli çoook daha uzun zaman oluyor-du. Dün akşama kadar... Sanırım yeni dönemin en sık kullanılan lafı bu olacak.

Ben henüz olmasam bile, bilgisayarım hayatımın yeni dönemine hazır. Biçimlendirildi, disk -birine linux kurulmak üzere- üç parçaya ayrıldı. C++ ve PEARL öğrenilmesi gereken diller. Öncesinde geçilmesi gereken bir TOEFL.

Bugün yakınlarda bir kütüphane olmamasının eksikliğini ziyadesiyle hissettim. Evde dikkat dağıtıcı o kadar çok unsur var ki... Mesela sen blogcan :) En son 17'sinde yazmışım sana. Zannediyor musun ki yazmaya değer bir şeyler yaşanmadı bu arada? Pek tabii ki vardı ama yaşamaktan yazmaya fırsat bulunamadı. Ama iş ders çalışmaya gelince sen ön sıralara yükseliyorsun işte :)

Ajandada mülakat demiştim hani salı günü için... Çok kötü geçti. Lisans hayatımı laylaylom geçirmenin tüm olumsuz etkilerini gözlemlediğimiz bir mülakat oldu. Yine de umut fakirin ekmeği. Belli mi olur...

Araya bir şeyler çıkar kesin demiştim, o da oldu. Ülkü abla evlendi. Pazartesi bi' ara işten çıkıp onun nikahına gittim. Küçücük kafamla sürpriz yapmaya kalktığım için kızdı bana. Gideceğimi bilse nikah şahidi yaparmış. Ben de bilmiyordum ki gideceğimi... Fotoğraf çekilirken de Tanser abiyi kenara itip beni ortalarına aldı. Hatta sonraki fotoğrafta Tanser abiyi toptan şutladı. Öldürecek bu kız beni :)

Cuma akşamı Polonya ekibi bizdeydi. İftardan sahura. Bol yemek, bol muhabbet, bol keyif, bol ahenk, biraz ney -asla kâfi gelmez-...

Dün gece Beşiktaş'ta teleskoplarını gökyüzüne çevirmiş Gökyüzü Gönüllüleri ile olacaktım ardından da Zeynep ve Ezgi hanımlarla milongaya gidecektik. Ama başta söylediğim nedenle gitmedim. Gidemedim değil, gitmedim -ki bu insanlık için küçük vefakat benim için büyük bir adımdır.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

çifte mutluluk

17 Ağustos 2009 Pazartesi

12 Ağustos 2009 Çarşamba

ajanda

12 Ağustos 2009 Çarşamba
Çarşamba:
8-18 çalış,
19-23 Özlem'le görüş, özlem gider
23-.. eve gel, uyu

Perşembe:
8-18 çalış
19-24 Volkan vesilesiyle fakültedekilerle buluş
24-.. eve gelirken otogardan ya da yol üstünden Zeynep'i al, eve gelin, laflayın belki bir iki saat uyu

Cuma:
Zeynep'i evde bırakıp işe git.
8-11:30 çalış
işten çık, Tuzla'ya Sabancı Üniversitesi'ne git

Pazar gecesine kadar gündüzü ayrı yoğun, gecesi ayrı yoğun programla -Galileo öğretmen ağı- nefes alama. Pazar 22:00 servisiyle oradan ayrıl, gece 1'de evde ol.

Pazartesi:
8-18 çalış

Salı:
8-12 çalış
işten çık, mülakata git.

Şimdi de giderken götürmen gereken proje raporunu hangi arada hazırlayacağını düşün. Pazartesi akşamı müsait gibi gözüküyor di mi? Sen öyle san, bakalım neler çıkar daha aradaki boşluklara. Okuman gereken bir ton makale de cabası.

Akademisyen mi olacaktın? Hahha!

11 Ağustos 2009 Salı

bir hazin hürriyet

11 Ağustos 2009 Salı
Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu,
bir lokma bile tatmadan yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında,
ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle,
hürsün!

Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün
vicdan hürriyetiyle,
hürsün!

Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanda upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle,
hürsün!

En yakın insanınmış gibi seversin memleketini,
günün birinde, mesela, Amerika'ya ciro ederler onu
seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle,
hürsün!

Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in,
günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin,
büyük hürriyetinle bir çukuru doldurulabilirsin,
meçhul asker olmak hürriyetiyle,
hürsün!

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil
insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetiyle,
hürsün!

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.


1951


(Nazım Hikmet Ran)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

elli dokuz

10 Ağustos 2009 Pazartesi
Cumartesi sabah yola düştük Oli Bey ile. Yol üstündeki kazalar nedeniyle 7 olarak planladığımız çıkış saati 7:40 oldu. 1,5-2 saat sonra ilk durağımız olan Sapanca’ya vardık. Gölün hemen kenarında Gölevi adlı restorana gittik kahvaltı yapmak üzere.

Bahçesinde hamaklar olan, yeşillik bir yer. Böcek sesleri eşliğinde, batıp çıkan ördekleriyle, üzerinde kanolarla gölü izlerken kahvaltımızı yaptık. Ben de adamakıllı kahvaltılıklar yemeye başladım artık. Yine zeytinyağı, kekik, pul biber özel isteğinde bulunsak da… Kahvaltının ardından hamaklara uzanıp ağaçların hışırtısını dinledik.

Biraz fotoğraf çektikten sonra gölün üstüne doğru çıkmada olan bankta Türk kahvelerimizi içtik.

Ortam çok huzur vericiydi ve bıraksalar daha uzun süre kalırdık ama yapılacakları düşününce fazla oyalanmadan yola düştük tekrar. Bu sefer Safranbolu’ya. Arabaya binmemizle yağmurun başlaması bir oldu. Yolda elimizdeki kitap ve dergilerden Safranbolu’yu okuyarak gittik. Hıdırlık Tepesi, Tarihi Cinci Hamamı, Cinci Han, kent tarihi müzesi olan eski hükümet konağı, saat kulesi ve Bulak mağarası görülecek yerlerdi. Önce Hıdırlık Tepesi’ne çıktık.

Hıdırlık Tepesi pek çok yerde var. Hızır peygamberden alıyor adını. Rivayete göre Hızır aleyhisselam kendini Allah’a daha yakın hissetmek için yükseklere çıkarmış. Bu nedenle de Osmanlı’nın hakim olduğu pek çok şehirde en yüksek noktaya Hıdırlık Tepesi denmiş. Bu Beypazarı’na gittiğimde öğrendiğim bir şeydi. Orada da bir Hıdırlık Tepesi vardı. Safranbolu pek çok açıdan Beypazarı’na benziyor. Sokakları, evler, yaprak sarması, baklavası, aktarları…

Hıdırlık Tepesi’nde safran çayımızı içerken şehre bakıp takribi bir güzergâh belirledik.

Önce safran lokumlarımızı yiyerek çarşıyı gezdik.

Atlas dergisinde de okuduğumuz semer ustası Mustafa Kemal Ağyaroğlu’nun atölyesi vardı çarşının sonunda. Onunla sohbet ettik 10-15 dakika.

Memleketin halinden yakındı yılların yüküyle iki büklüm otururken. Ardından antikacıya gidip bi’ süre de onunla sohbet ettik. En çok şaşırdığımız da fosilleşmiş deniz kestanesi oldu köylülerin Safranbolu civarında buldukları. Demek eskiden deniz o kadar içlere kadar uzanıyormuş. Safranbolu gerçekten tarih yatan bir yermiş. Öyle ki toprağın 1 metreden fazla kazılmasına izin verilmiyormuş.Cinci hamamında kese attıracak zamanımız olmadığı için şöyle bir önünden geçmekle yetindik. Ardından yöresel yemekleri tatmak üzere bugün restoran ve otel olarak kullanılan Cinci Han’a gittik. Girişte ilk dikkatimizi çeken şey sağ tarafta dua, sol tarafta ise beddua asılı olmasıydı. Beddua günün birinde Cinci Han’ın orijinal yapısının bozulma ihtimaline karşı II. Bayezid döneminde yazılmış.

Tirit, peruhi, cevizli yayım ve ev baklavası yedik. Tirit Bursa’nın pideli köftesinin köfte yerine kıyma kullanılmışını andırıyordu. Cevizli yayım bildiğimiz erişte. Peruhi içinse çok daha çılgın fikirlerim var. Polonya’nın yöresel yemeği pierogi ile akrabalıkları olduğunu düşünüyorum. Peruhinin üzerinde yoğurtla servis edilmesi dışında tamamen aynılar. İçinde kıyma yerine süzme yoğurt ya da peynir olan üçgen kapatılmış mantı.

Karnımızı doyurup çayımızı da içtikten sonra Hükümet Konağı’na geçtik. Giriş katında Safranbolu’nun gündelik hayatına dair fotoğraflar üst kattaysa Roma ve Osmanlı dönemlerine ait eşyalar vardı. Müzenin dışına çıkılarak geçilen alt kattaysa Safranbolu’daki zanaatlere dair heykeller ve dükkanlar vardı. Kunduracı, şekerci, semerci, derici, eczacı…

Müze giriş biletiyle müzenin hemen arkasındaki saat kulesi de gezilebiliyordu.

Saat kulesinin merdivenlerini tırmandığımızda karşılaştığımız İsmail amca kulenin 20 dk önce kapandığını söyledi ama yine de bizi geri çevirmedi ve karşısına oturtup çocuğu gibi sahiplendiği saat kulesini anlatmaya başladı.

Saat Kulesi, III. Selim zamanında Safranbolu’lu sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından Safranbolu’da her evde her cepte bir saat olacak vaadiyle yaptırılmış. Bu nedenle Safranbolu’nun yazlık ve kışlık olarak kullanılan iki ayrı bölgesinden de duyulması için ikisinin orta yerindeki tepede inşa edilmiş. Şansımıza biz ordayken saat 7’yi gösterdi ve çanın çalmasını görebildik.

Hava alacakaranlığa dönmeye başladığında geriye Bulak mağarası kalmıştı bir tek. Şansımızın az olduğunu bildiğimiz halde Safranbolu’ya yaklaşık 8 km uzaklıkta bulunan mağaraya doğru yola koyulduk. Giderken çok eğlenceli bir şey oldu. Öndeki arabanın arkasındaki balıkadam çıkartmasını fark eden Oli Bey bana gösterdi. Bunun üzerine ben “aa üzerinde bi’ şeyler yazıyor galiba onlar da BSS’den” dedim. Yine pek dikkatli Oli Beyimiz “bak sağ üstte kulübün çıkartması var zaten” dedi. Ben heyecanla nasıl selam versek diye düşünürken Oli Bey torpidoda BSS çıkartması olduğunu söyledi. Hemen aldım, o sırada onları sollamaya çıktık ve tam yanlarındayken ben cama yapışmış vaziyette çıkartmayı onlara gösterirken Oli Bey kornaya dokunmak suretiyle dikkatlerini çekti :) Sonra iki arabayı da bir neş’e sardı. Neden o kadar heyecan yaptık, neden öylesine mutlu olduk bilmiyorum ama yarım saat buna kopma derecesinde güldük :) En son arkamızdan ayrılacakları zaman kornaya basarak ve ailece el sallayarak bize veda ettiler.

Bulak mağarasına geldiğimizde saat yedi buçuğa geliyordu. Görevli ziyaret saatinin dolduğunu, mağaranın 7’de kapandığını söyledi. Kedi gibi bakınca yolunuz uzak mı diye sordu. Uzak olduğunu söyleyince dayanamayıp hadi çıkın o zaman dedi. Depar atarak tırmandık merdivenleri ve 400 metre uzunluğundaki mağarayı gezdik. Çıktığımızda kulak misafiri olduğumuz kadarıyla mağaranın bronşit, astım türü hastalıklara karşı iyi geldiği rivayet ediliyordu.

Her şeyi kıyısından köşesinden yakalayarak da olsa Safranbolu gezimizi tamamladık. Aklımızda güneşin batışını Amasra’da izlemek vardı fakat ne yazık ki yetişemedik. Yaklaşık 90 km uzaklıktaki Amasra’ya gitmeye başladığımızda hava artık kararmıştı. Amasra’ya yaklaşırken iki tarafı sıra sıra ağaçlarla kaplı dar bir yoldan geçtik. Çok güzeldi.

Amasra’ya vardığımızda öncelikle çadırı kuracağımız yeri kararladık. Sahile çıkar çıkmaz plaja kurulmuş çadırları gördüğümüzden çok zor olmadı kamp yeri ayarlama işi. Sahilde yürümeye başladığımızda biraz hayal kırıklığına uğradım. Her yer ışıl ışıldı ve her yerden cıstak müzikler yükseliyordu. Zaten ay neredeyse dolunay olduğu için akanyıldızları görmek çok kolay olmayacaktı, üstüne bir de hiç ummadığım kadar ışık kirliliği de olunca büyük ayıyı bile zor görür olduk. Çok geçmeden de bulutlar gökyüzünü kapladı. Kuru kalabalık ve bol gürültüden uzaklaşmak için dalgakıranın ucuna doğru yürüdük. Orada bir süre oturduktan sonra daha geç olmadan çadırımızı kurmak üzere kamp yerine gittik. Hızlıca çadırımızı kurduk ve iyice çökmüş olan yorgunlukla da sütümü bile içemeden uyuduk.

Sabah çadır konaklamanın kaçınılmaz sonucu olan sauna etkisiyle yedi buçukta gözlerimizi açıp sadece 10 metre ilerisinde olduğumuz denize attık kendimizi. Vücut ısımız normale döndükten sonra sabah kahvemizi içmek üzere çadırımıza döndük.

Sürekli sönen jel yakıtla takribi yarım saatte hazırlamış olsak da kahve keyfimizden feragat etmedik.Yine hızlıca çadırımızı toplayıp Bakacak'a çıktık kahvaltı yapmak üzere.

Amasra'yı yukardan gördüğümüz çay bahçesinde kahvaltımızı yapıp Amasra'nın tarihini ve gezilecek yerlerini okuduk. Öncelikle özellikle Roma döneminden çok fazla kalıntıların bulunduğu müzeyi gezdik.

Ardından çarşıyı. Amasra'da ahşap oymacılığı çok yaygın. Bir iki hatıra aldıktan sonra, Kemere köprüsüyle Amasra'ya bağlanan Boztepe'ye çıktık. Yine kuşbakışı Amasra'yı gördüğümüz bir yerde kayalıklar kızı olarak biraz soluklanmayı teklif ettim. Sağolsun kırmadı Oli Bey ve bir kayanın ucuna -ayaklarımızı sarkıtmaksızın :)- tünedik.


Tekrar merkeze dönerek Oli Bey'in bir türlü ağzından düşürmediği Amasra salatasını levrek eşliğinde yedik Mustafa Amca'nın Yeri'nde.

Sırada gezimizin son noktası olan Abant vardı. Amasra'nın hemen çıkışındaki kuş kayası yol anıtına da tırmandıktan sonra Abant'a geçtik.

Abant muhteşemdi. Göz alabildiğine yeşillik. Pazar günü ve saatin de sekiz civarı olmasının etkisiyle pek kimsecikler kalmamıştı. Muhteşem yeşillik sakinlikle de birleşince gezinin en güzel anlarını burada geçirdik.

Tahta köprümsünün üzerinde yürüdük, gölün etrafında at bindik, dört nala koştuk, gemler elimizde olduğu halde okşayarak durdurduk :)


Ve ne yazık ki iş gününe bir iki saat kala bir hafta sonu gezisini daha noktalamak zorunda kaldık. Cemil'in Yeri'nde bir şeyler yedikten sonra İstanbul'a dönüş yoluna geçtik.

Oli Bey günlerdir uykusuz olduğu için hepten bitkin düşmüştü. Trafik canavarına dönüşmemek için park alanında bir saat kadar uyku molası verip sırf uyumamak adına mütemadiyen konuşarak ve saçmalayarak yolculuğumuzu tamamladık.

Bizim evin otoparkına geldiğimizde göstergedeki görüntü şuydu:

6 Ağustos 2009 Perşembe

metaheuristic

6 Ağustos 2009 Perşembe
Çok heyecanlı şeyler oluyor blog. Dua et benim için.

yeni şeyler söylemek lazım

her gün bir yerden göçmek ne iyi,
her gün bir yere konmak ne güzel
bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
dünle beraber gitti cancağızım;
ne kadar söz varsa düne ait
şimdi yeni şeyler söylemek lazım

(Mevlânâ Celaleddin Rumî)

3 Ağustos 2009 Pazartesi

ben kalender meşrebim

3 Ağustos 2009 Pazartesi
meşrep -bi
isim, eskimiş Arapça meşreb

1 . Yaradılış, huy, karakter, mizaç:
"Bunların arasında bilhassa Vehbi Dede isminde Mevlevi bir musikişinas tanıdı ve meşrebine uygun buldu."- H. E. Adıvar.
2 . Davranış biçimi:
"Kişilik genel çizgisi meşrep olarak bilinir."- N. Ataç.

kalender meşrep
sıfat

Düşünce ve davranışlarında kalender olan (kimse).

kalender
isim Farsça ®alender

1 . Gösterişsiz, sade yaşamaktan yana olan, alçak gönüllü kimse, ehlidil, rint.
2 . Özensiz giyinmiş, kılıksız kimse.
3 . Yalnız birisi hareketli üst üste konulmuş belirli sayıda silindirden meydana gelen ve düzgün yüzeyli kâğıt üretmek için kullanılan bir makine.
4 . zarf Özensiz, kılıksız bir biçimde:
"İnsan kalender gezmekten rahat edebilir."- H. Taner.


Kaynak: www.tdk.gov.tr
Yine harala gürele geçiveriyor zaman. Tango hak getire... Binbir direk sarnıcını saymazsak iki aydır dans etmiyorum. Ankara'ya giderken çantaya ilk atılacak şey pabuçlarım olmalı.

Eve geldiğim sürece porselene dokunmaya, boyamayacaksam bile boya karmaya çalışıyorum. Boyamaya başlayınca zaten en az iki saat kalkamıyorum başından. Hafta sonuna kadar şu tabağı fırına gönderebilirsem güzel olur. Gerçi içime sinerek yapamadım, kendimi veremedim.

Hafta sonu İstanbul'daydım. Cumartesi atraksiyonsuz vefakat huzurluydu. Pazar günü de İstanbullu olmanın tadını sonuna kadar çıkardık. Rumeli hisarında kahvaltı, Kilyos'ta deniz ve ardından tam konumunu bilmediğim, ormanın içinde muhteşem bi yerde akşam yemeği. Arada bir de karting yaptık. Hiç keyif alacağımı düşünmüyordum ama çok zevkliydi. F1 pilotları yarış başına 4-5 kilo veriyormuş. Bu durumda 3 saat o minicik arabada, kaska sıkışmış bir şekilde turlarsam filinta gibi olurum :)

Hafta sonu Abant'a gidiyoruz. Ya da Amasra... Yolda karar vereceğiz sanırım. Ya da Sapanca'da kahvaltı yaparken planlarız sonrasını. Çok düşünmeye gerek yok. Gece karanlık bir yere gidip uyku tulumlarımıza girerek gökyüzüne bakacağız. Malum ağustos ortaları Perseid meteor yağmuru var. Işık kirliliğinden biraz uzaklaştık mı şölen bizi bekler...

Önümüzdeki hafta sonu da Sabancı Üniversitesi'nde Galileo Öğretmen Eğitim Ağı Projesi kapsamında eğitimde olacağım. Dünya astronomi yılı dolayısıyla yapılan etkinliklerden. Özellikle öğretmenlerin halkı bilgilendirecek düzeyde astronomi bilgisi edinmesini sağlaycak bir proje. Ben TEGV gönüllülüğüm nedeniyle katılıyorum. Önümüzdeki dönem astronomiyle alakalı bir kulüp etkinliği yapmam bekleniyor karşılığında.

D.N.1 : Fotoğrafı az önce salonun camından çektim. Gerçeği çok daha güzeldi. Güzel bir şey gördüğü anda keyfini çıkarmak yerine fotoğraf makinesine saldıran o güruhtanım, evet.

D.N.2 : Çaya feci alıştım. Evde tek başımayken bile çay demliyorum. Şekeri de kestim 1,5 aydır pat diye... Çok değiştim blog, çoook :)

2 Ağustos 2009 Pazar

ametis

2 Ağustos 2009 Pazar
Hani ben geceleri tekerlekli bir şeyde gidiyor olmadığım sürece uyuyamıyorum ya. Toplamdaki 3-4 saatlik uykumda 10-15 dakikada bir uyanıyorum filan. Benim bu durumumu bilen Oli Bey gitmiş bana bir kolye bir de taş parçası almış. Efendim ametis diye bir taş varmış yastığın altına koyuyormuşsun, uyuyormuşsun. İlk öğrendiğimizde az dalga geçmemiştik ama ya tutarsa diye almış işte. Dün kolyeyi taktım. İki saat sonra sızdım. Ama öyle böyle sızmak değil, oturduğum yerde başımı dik tutamıyorum. Geçtim yatağa uzandım. Bir uyku, güpegündüz üstelik. Kesintisiz 4 saat. Bi ara uyandım, kolyeyi en uzak köşeye fırlattım. 1 saat kadar daha uyuduktan sonra anca uyandım. Sözde biliminsanı olacağız. Feci utanıyorum bu durumdan ama çok tatlı uyuttu yahu. Bu gece de deneyeceğim, yine tutarsa tıpmış bilimmiş yalandır arkadaşım, hiç boşa kasmayalım. Zaten 2012'de 5. boyuta geçiyormuşuz. Allahım neler diyorum, sen koru sen esirge. Amin.
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket