28 Ekim 2009 Çarşamba

karabaş & sincap

28 Ekim 2009 Çarşamba
Eve gelirken aklıma Karabaş ile Sincap geldi... Eskiden evin bahçesindeydiler. Sonra "çevre düzenlenince" kayboldular... Karabaş uysal bir dişi köpekti. Bütün gün yatsın uyusun... Sincapsa saldırgan gibi duran ama asla saldırmayan ürkek bir erkekti. Okşamaya kalkınca öyle bir korkardı ki, sincap gibi sekmeye başlardı. Kimler nasıl korkuttuysa hayvancığı...
Sahi şimdi nerdeler acaba? Sokaklarda mı, hayvan barınağında mı? Yoksa artık yaşamıyor olabilirler mi? İnşallah öyle değildir yahu. Hatta yarın birden önüme çıkıverseler de biraz oynasak... Bak bu aralar bana kıyak geçiyordun unutma, bu küçücük istek de gerçekleşir belki :)

27 Ekim 2009 Salı

dile benden ne dilersen

27 Ekim 2009 Salı
Bir film vardı, adını hatırlamıyorum şimdi. Adam banyoda saç kurutma makinesinden çarpılınca insanların düşüncelerini duyabilmeye başlıyordu... Oldum olası, çoğu insanda da olduğunu tahmin ettiğim bu korkuya sahibim. Ya diğer insanlar benim düşüncelerimi okuyabiliyorsa!.. :)
Aslında bu demek olurdu ki dünya benim için yaratılmış ve bütün insanlık bana karşı birlik olmuş. Yani ben bu kadar değerliyim. E öyle bi'şey de olmadığına göre... diyerek çabucak çürütürüm bu tezimi ne zaman aklıma gelse...

Ama son zamanlarda öyle şeyler oluyor ki... Düzeltiyorum, öyle iyi şeyler oluyor ki...

Bir kere hayatta çok istediğim küçük büyük ne varsa sırayla oluveriyor... Kimileri çok önemsiz ve mucizevi olmayan şeyler... Ama yine de mutlu ediyor işte...

Ne zamandır büyük bir dünya haritam olsun isterdim duvarımda. Çok zor mu, git bi kitapçıdan al işte... Ama her ay aldığım derginin bu ayki hediyesi olunca... Hediye işte adı üstünde :) Doğum günümde de yine çok çok istediğim gramofon hediye gelince... O da pek tabii ki kendi kendime alabileceğim bir şeydi ama... İşte sanki hayatın bir lütfu gibi oluyor.

Mesela bugün bir e-posta aldım birinden. Henüz tanımadığım ve resmi olarak yazıştığım birinden. Biraz sivri bir üslup vardı. Bozuldum. 5 dk sonra telefonum çaldı. Neşe müsait misin biraz konuşalım mı diye... Dedim ya henüz tanımadığım biri diye, telefondaki kendini tanıtmayan sesi de tanımamıştım ama olur dedim. O sivri dilli kişi geldi. Üslubum biraz sert miydi, özür dilerim eğer öyleyse diye girdi konuya. Hiç yapmayabilirdi, ama yaptı.

Beni üzen demeyeyim de, buran şeyler bile böyle anında düzelince... İstediğim her şey kolayca oluverince... Zannediyorum ki bir masalı yaşıyorum.

Giderek artan kilomla şişman insanların mutluluk hastalığına mı yakalandım acaba :) Ama hayat bu aralar bana acayip kıyak geçiyor be blog...

Ya da ben küçücük dünyamda, küçücük şeylerle mutlu olmayı iyi beceriyorum belki de ;)

26 Ekim 2009 Pazartesi

balıkadam

26 Ekim 2009 Pazartesi
Yıllardır, hem de gerçek manasıyla yıllar, yani 10 yıldır istediğim, ha bugün ha yarın dediğim bir şeydi scuba. Bazen zaman olmadı, bazen fırsat olmadı, bazen kulüp olmadı, bazen de para olmadı. Neticede 10 yıl sarktı. Şimdiye belki çoktan sıkıldığım bir zevkim daha olabilirdi bu ya da eğitmen mertebesine gelmiş olabilirdim. Ama keşke dememek gibi bir takıntım var ya, yine demiyorum pek tabii ki... Doğru zaman bu zamanmış. Acele etmeden, koşturmadan...

Hafta sonu sonunda farklı bir ortamda nefes alıp verdim... Suyun 18mt altında.. Balıklarla birlikte yüzdüm, yukarı baktığımda güneş ışınlarının suda oynaşmasını gördüm. Deniz yıldızlarını elime aldım, parlak renkleri karşısında hayret ettim. Ahtapotlar, deniz kestaneleri, karagözler, mığrılar...

Hani bir şeyi çok isteyip de elde edemeyince "Leyla"ya döner ya o senin için... Bi'gün gelip de kavuştuğunda beklediğin gerçeğinden çok uzaklaşmış olur... Bunda da öyle olacak diye korkum vardı, olmadı. Beklediğime değmiş dedim.

Bir de yıllardır çalışmayan burnumdan ötürü kulak eşitleyememe korkum. O da olmadı. Hatta iki gündür burnum randımanlı olarak çalışıyor, hayretler içersindeyim :)

Geçmiş olsun diyorlar tecrübeliler... Kötü bir hastalığa yakalanmışım... Artık sık sık krizlere girecekmişim... Sezonu da kapattık, baharı iple çekmek için bir neden daha işte...

Mutluyum be blog!

23 Ekim 2009 Cuma

nihayet

23 Ekim 2009 Cuma
Hoşgeldin evimin başköşesine...

iyi ki

Yansımalar çaldı, kendimizden geçtik. Yansımalar çaldı, Şevval Sam söyledi, büyülendik. Üstelik sanki repertuar bizim için hazırlanmış gibiydi. Kapatınca gözlerimizi, sanki o koca salonda kimsecik yokmuş, hatta o koca salonda yokmuş gibi... Dünya üzerinde bir biz varmışız da, onlar da sırf biz huzur bulalım diye söylüyormuş gibi... Dünya bizim etrafımızda dönüyor gibi... O kadar güzeldi ki....

Bir de masallar doğurmayı, tesadüflerle yaşamayı seven bir bünyem var ya hani... Yine açığa çıkmasa olmazdı. Bilgisayarı açmasaydım, Selçuk'un fotoğrafını görmeseydim, yorum yapmasaydım, enteresan bir şekilde orada çalan müzikten yakınmasaydı, orada başka müzikler de olabileceğini söylemek yerine detaylı bir şekilde bilgi vermek istemeseydim, monitörden gözlerimi 5 saniyeliğine ayırmış olsaydım, ya da bir gün sonra olsaydı tüm bunlar.... Bu güzelliği kaçıracaktık...

İyi ki...

17 Ekim 2009 Cumartesi

kemanist

17 Ekim 2009 Cumartesi
Ne güzel bi' gündü... N'aptın dersen blog, gülmekten başka pek bi'şey hatırlamıyorum. Yerli yersiz, gerekli gereksiz mütemadiyen güldüm/kahkaha attım/sırıttım. Arada devreler yanıyor böyle :)

Sabah Kağan Bey ile kahvaltıyı müteakip Hande Hanım, Alp Bey ve Eylül Hanım'ın yanına gittik. Maçka'da eski okuluma nazır kafeye... Uydurdum, sabah değildi yahu, yanlarına gittiğimizde 4 olmuştu saat. Gider gitmez Eylül'ün beline gelen saçlarının Rapunzel'e benzeyişinden ötürü kaçınılmaz olarak Elizabeth muhabbeti döndü. Bi'kere devreler yanınca da battı balık yan gider hesabı batıldıkça batıldı. Sonra Serkan Bey de geldi, tam oldu. Her zamanki gibi buluşma saatinden 3 ila 4 saat sonra iştirak edebildi ama olsun, biz onu böyle de seviyoruz :) (okumayacağını bilsem başka şeyler söylerdim de :) ) Hava serinleyince mekan değiştirmeye karar verdik ve Taksim'e geçtik yemek yemeye. Yemeğin ardından Hande ve Alp gitti, Elif geldi. Ben Tabu diye tutturunca Tabu oynadık... Gruplar Eylül-Neşe; Elif-Kağan-Serkan... Eylül ve benim aynı grupta olmamız derin endişeler yaratsa da kazasız belasız tamamlandı bu seferki oyun :) Şunları saymazsak;

-Yaylı bir saz
+Keman
-Keman nesi olur
+Yayı!
-?!?! :)))
-Keman çalan insana ne denir?
+Kemanist!
-?!?!?!?!!! Pas!!!

+4 tekerlekli vasıta
-Araba
+Tamam, arabanın nesi olur?
-Tekerleği

Çok yaratıcıyız yahu :)

Bugün Eylül'de kalamamam içime dert oldu bi' de... En yakın zamanda Eylül Hanım yakın korumaya alına!

Çok uykum var şimdi blog... Yarın erken kalkmam lazım...

15 Ekim 2009 Perşembe

semiramis

15 Ekim 2009 Perşembe
Yine bi'şey gelmiş uzak diyarlı komşularımızdan.. Ne olduğunu tam olarak idrak edemedim. Görünüş itibarıyle pestile benziyor ama kraker gibi, kırılgan... Yanına da badem.. Ooh mis.. Oturduğum yerden semirmece...

14 Ekim 2009 Çarşamba

mesela

14 Ekim 2009 Çarşamba
Çamlarda şafak rengi gibi gönlüme akdın
Bir nûr-i nigâhınla benim ruhumu yakdın
Lâkin güzelim söyle niçin benden uzakdın
Bir nûr-i nigâhınla benim ruhumu yakdın

(beste: Yesari Asım Arsoy, güfte: İlhan Bey)

Münip Utandı söylesin, ben sabaha kadar boyayayım...

...olmaz mı?

oyunun sonu

İnsan bazen hiç ihtiyacı olmadığı halde, insan olmanın zayıflığıyla, birilerinden onay, destek, güven bekliyor. Tabi beklenti içinde olmayı sürdürdüğüne göre, demek ki beklentileri karşılanmıyor. O zaman da iş biraz inada biniyor. O bekliyor, karşısındaki duymazdan geliyor. O, işi yüzsüzlüğe vurup imalarda bulunuyor, karşısındaki duymak istediklerini söylemiyor... Eğer kişi hayatla dalga geçmeyi birazcık öğrenebildiyse, bu inat oyunundan keyif alıyor. Blöfünü gördüm diyebiliyor o vakit. Sıkıştırdıkça sıkıştırıyor. Hani karşısındaki "tamam, anladım hatamı, arkandayım" dese, alacağı cevap belli "ihtiyacım yok, sadece eğleniyordum, ben sensiz -de bile değil- varım". Ama işte, sorumluluklardan kaçarken insan, her şeye gözü kapalı olduğu gibi bu oyunlara da gözü kapalı oluyor. Yazık, kendi kendine üzüntü yapıyor. Gerçi gamsız insanın üzüntüsü mü daha hüzünlüdür, gamlı baykuşun sevinci mi, orası da muallak ya... Heyhat, yaşıyoruz oyunlarda...

anne, seni seviyorum :)

+Neşe, bu muydu istediğin? Memnun musun halinden? Hani google'daki gibi, "bunu mu demek istemiştiniz"
- ?!?!?! :))))))))))

Bu kadar teknolocik bir anne bana fazla yahu :)

12 Ekim 2009 Pazartesi

düşler atölyesi

12 Ekim 2009 Pazartesi
TEGV'de dönemin iki haftasını geride bıraktık. Geçen dönemki etkinliğimde, etkinliğin amacı gereği, çocuklar sürekli bir şeyleri sorgulamama yol açıyorlardı, hayatın çok farklı gerçeklerini fark etmemi sağlıyorlardı. Bu dönemki etkinliğimiz, Nokia'nın sponsorluğunda gerçekleşen Düşler Atölyesi, daha farklı bir kulvarda. Çocuklarda sanata karşı ilgi uyandırmayı amaçlıyor. Bunu yaparken de hiçbir malzemenin olmadığı yerlerde bile sanat çalışmalarının yapılabileceğini gerçeğini vurguluyor.
Örneğin bu hafta çocuklarla bahçeden topladığımız çalı çırpı, dalından kopmuş yaprak-çiçek, meşe palamudu, taş, atık malzemelerle rölyef çalışması yaptık. İstanbul'un göbeğinde bu tür bir çalışma çok şey ifade etmeyebilir -ki asla öyle değil- ama Türkiye'nin her yerinde çocuklar bizim burada sahip olduğumuz imkanlara sahip olamıyor. Dolayısıyla bu tür doğal malzemelerle yapılabilecek çalışmalar oralarda daha büyük önem kazanıyor.
İlerleyen haftalarda belki tekrar yazarım sanat eseri ortaya çıkarabileceğini düşünmediğimiz nice malzemeyle ne kadar keyifli çalışmalar yapılabildiğini...

ahlaksız

Blogçe, geçen gün minibüste çok ahlaksız bir teklif aldım. Minibüs sıkış tepişti vefakat bir sonraki minibüsü bekleyecek saat değildi. Velhasılı bindim. Biraz ilerde elinde market poşetleriyle orta yaş üzeri bir bayan bindi. Bana dönerek "Cebimden para uzatır mısınız?" dedi. Önce algılayamadım haliyle. İdrak edince "Acele etmeyin, araç boşalınca verirsiniz" dedim. "Ay yok sonra laf ediyorlar" deyince, üzerindeki bol sweatshirtün cebine soktum elimi. Ahlaksız teklif işte o anda geldi. "Onun değil, pantolonumun cebinde!" Hanım kişinin üstünde daracık bir pantolon... O kadar dardı ki, elim cebe zor girdi. Üstüne bir de o cepte 4 adet bozuk para aradım :) Zaman kötü blog, umumi alanlarda bile ahlaksız tekliflere uğramak olası. Aman dikkat :)

11 Ekim 2009 Pazar

zerdaliler

11 Ekim 2009 Pazar
Ay nerde doğsa oradaydık
Dallarda zerdali çiçekler
Savrulup gider rüzgar esince
Bütün bir bahar böyle geçti

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer o içimizde
Yıllardır uyuyan deli
Sessizlik sensin geceleri

Fincana kahve koydum gel
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden aman aman
Dallarda beyaz çiçekler

Dağıldım gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sessiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın

(ezginin günlüğü)
Ninni niyetine yan flüt dinleyerek uyumak istiyorum. Dinlemek derken, canlı canlı dinlemek... Ben uzanırken biri ayak ucuma oturup çalsın... Dışarıdan sızan bir ışık olsun, duvarda gölgeler titresin. Ben gözlerimi kapayayım ve huzur bulayım.

nimi'den inciler

Sene 2002... Enerjimizi tamamen iğrenç esprilere, sınıfça hocaları da dahil ettiğimiz eğlencelere, ve edebiyata verdiğimiz yıllar... Ve işte Fen-E edebiyatından seçmeler :)

Çalışırsın geometri
Bu Neşe pek bir dertli
Seni ağlatan yar mı?
İbo burda her şey var mı?
- - - - -
Hey hey bakar mısın?
Pişmiş aşa su katar mısın?
Bir bakış atıp kalbimi yakar mısın?
Afedersin ama sen gevizekalı mısın? (*)
- - - - -
Bir kedim var adı tıkır
İçiyor sütünü lıkır lıkır
Neşe dayanamıyor bir müzik duyunca
Oynamaya başlıyor fıkır fıkır

(*) Unutulmaz Aliço repliği. Hocalarımız hakaret ederken bile ne kadar kibardılar. Afedersin demeden asla kötü söz söylemezlerdi :)

8 Ekim 2009 Perşembe

arbeit macht frei

8 Ekim 2009 Perşembe

4 Ekim 2009 Pazar

nimi

4 Ekim 2009 Pazar
Blog bazı insanlar tarafından fazla ciddiye alınıyormuşum meğer. Vaktini bile hatırlamadığım bir zamanda söylediğim "If you don't risk anything, you risk even more" lafı için insan telefonunu lazer markalamanın altına koyar mı? Nimi koyar :)

Eski defterler açıldı da, vakti zamanında güzel şeyler söylüyormuşum be blog. Mesela demişim ki "Sana kötülük yapan bir insana kötülükle karşılık verirsen iyi bir insan olduğunu nasıl iddia edebilirsin?" Bu güzel tavsiye cümlelerinin tekrar yanıma uğramasını diliyorum...

3 Ekim 2009 Cumartesi

dünya mutfağı

3 Ekim 2009 Cumartesi
Sabah yatakta miskinlik yaparken kapı çaldı. Vanlı komşumuz Nuriye abla sıcak sıcak murtağa getirmiş. Murtağa van gezimizde tanıştığım bir lezzetti. Aslında orada benim en sevdiğim şey bal kaymaktan sonra kavut olmuştu ama onun için Van'dan süt buğdayı gelmesini bekliyoruz.

Murtağayı görünce bütün miskinliğimi bir kenara bırakıp hemen çayı koydum. Soğumadan güzel bir kahvaltı hazırlamak için kolları sıvadım. Teyzem kalktığında bol çeşitli kahvaltı soframız hazırdı. Üstelik kasımpatlarımız bile vardı.

Kahvaltı ederken fark ettim ki Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden lezzetlerle donatılmıştı soframız. Neredeyse sofradaki her şey için teyzecim bak bu burdan, şu kişi getirdi derken buldum kendimi. Bir komşunun Erzincan'dan getirdiği tulum peyniri, diğerinin Malatya'dan getirdiği böğürtlenle annemin yaptığı reçel, Vanlı komşudan murtağa, Altınoluk'tan zeytinyağı ve yeşil zeytin, Almanya'dan fesleğenli ve sarımsaklı peynir, Hatay'dan Güney'in getirdiği zahter...

Teyzem en sonunda dayanamayıp e çevrenizdekiler olmasa aç kalacaksınız o zaman dedi :) Kahvemizi içerken farkında olmadan lokumun da Safranbolu'dan olduğunu söyleyince ikimiz de çok güldük.

Her gün kapının çalınıp birilerinden bir iki tabak gelmesine alışığım da, bu kadar üst üste gelince fark edebildim ki bizim mutfak alışverişi yapmamıza hiç gerek yokmuş. Eş dost sağ olsun :)

2 Ekim 2009 Cuma

burgaz

2 Ekim 2009 Cuma
Ebru abimle Burgaz Adası'na gittik bugün. Kabataş'ta buluşacaktık. Yanlışlıkla da olsa yarım saat erken gidip tarihi yarımadaya karşı çay keyfi yaptım, iyi ki... Ve dedim ki:

Bu şehr-i Sitanbul ki bî misl ü behâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
(Nedim)

Hep derdim ve zannederdim ki sevdiklerim yanımda olduktan sonra her yerde yaşarım. Bugün İstanbul'un da başlı başına bir "sevdiğim" olduğunu fark ettim. Ve öyle büyük sözler söylememeye karar verdim.

Derken Ebru abim geldi ve vapur yolculuğu boyunca hiç susmadan adaya doğru seyirttik. Ne kadar özlediysek birbirimizi ve ne kadar dolduysak...

Burgaz Adası'na ilk gidişim. Daha adım attığında çok farklı olduğunu hissettim. Burnumun dibindeki bu güzelliği daha önce fark edemediğim için biraz da üzüldüm. Hemen faytonla Kalpazankaya'ya gittik.

Anlattıkça anlattık. İçimizi döktükçe toparlandık. Sık sık ah ne iyi ettik de geldik kızçem dedi, ne iyi ettik Ebru abim dedim. Çok güzel tespitler çıktı arada, çok güzel laflar... Hikayeler, denemeler daha bir anlam kazandı. Taşlar yerli yerine oturdu.

Adaya gidince mecbur vapur saatine bağımlı oluyorsun. Vapura 1,5 saat kala biraz da sahilde keyif yapmak için aşağı indik. İç geçire geçire yürüdüğümüz sokaklardan, güzelim evlerin arasından...

Sahile indiğimizde Yorgo yolumuzu kesti ve zorla çay ikram etti bize. Altındaki anlamı bildiğimiz halde bilmezden gelip keyfini çıkardık.

Ardından asıl kahve keyfi yapacağımız yere gidip Heybeli Ada'ya karşı içtik kahvemizi vapuru beklerken.

Dönüş yolunda hangi ara bu kadar yorulduğumuzu anlamasak da iyice uyku bastırmış, pestilimiz çıkmasa bile iyiden iyiye yorulmuştuk.

Ebru abim her zaman dediği gibi yine sık sık dile getirdi Emel ablamla ne kadar benzeştiğimizi. O yüzden fazla fotoğraf çekemedim fotoğraf makinesini çıkarır çıkarmaz "Hah, küçük Emel de geldi" dediği için :) Oysa o kadar güzel detaylar vardı ki...

Ne keyifli oldu bugün Ebru abim. İyi ki haydi kızçem dedin...

die welle

Pazartesi gecesi Özlem ve Sinan ile izlemiştik Die Welle'yi. Bir gruba ait olmanın insanı ne kadar güçlendirdiğini, neler yaptırabileceğini ve 1+1'in çoğu zaman ikiden büyük olduğunu gösteren bir film. Arada da çok akıllıca göndermeler var. Ben sevdim, siz de sevin.

bürokrasi

İki gündür saçma sapan şeylere zaman harcıyorum. Dün 5 tane imza için kampüsün dört bir yanını dolaştım. Ve imzaların hiçbir anlamı yok. Bir şeyleri kontrol ederek atılan imzalar değil. Tamamen bürokrasi. Halbuki kayıtlar kontrol edilse, ona göre kabul ya da ret şeklinde atılsa gam yemeyeceğim.

Bugün de 4,5 saatimi yine sadece iki imza için harcadım. Üstelik ben saatlerce beklerken arkamdan gelenler işlerini çoktan halledip gittiler. Haksızlıklara göz yummakla sakin insan olmak arasındaki ince çizgide bir o yana bir bu yana gittim...

Ama aldığım telkinlere göre bunlar beni sinirlendirmemesi gereken şeylermiş. Aklıma bunu getirip söz dinledim ve sanki kitap okumam için bilhassa yaratılan bir zamanmış gibi açıp kitabımı okudum. Bak her zaman bulamazsın bu kadar uzun vakti diyerek kendimi yatıştırdım. Sonra yine içimde kalmasın diye yapılan yanlışı dile getirince baş ağrısı çekmeme de gerek kalmadı. Sükunetimi koruyabildiğim fakat enayi olmadığımı da belirttiğim için kendime aferin dedim. Özellikle sükuneti korumak kısmına...

asayiş berkemal

Yine tarzımı belli ettim okulda. Bana "babacığım" diye hitap eden güvenlik görevlisi İbrahim ağabey yeni kankam. Dün öğle yemeğini birlikte yedik. "Babacığım sorun varsa yukardakilerle konuşalım" diyor :) Sanırım ısrarla kantinci, fotokopici, güvenlik tayfasıyla takılmak yerine hocalarla aramı iyi tutsam çok daha başarılı bir öğrencilik hayatım olurdu :)

dünün sözü

"no words, but deeds"
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket