30 Kasım 2011 Çarşamba

sıradakii!

30 Kasım 2011 Çarşamba
Bir dönem daha kapandı. İki yılın sonunda ikinci iş yerimden de istifa ettim ve 3 ayın sonunda nihayet istifam kabul edildi. Üzerimden koca bir fil kalktı, yerine yavrusu oturdu. Alışkanlıklar, güzel anılar vardı.  Ne burda bulunmam hataydı, ne de buradan ayrılmam... Pişmanlıklardan uzak biraz buruk, çokça huzurluyum bu akşam...


18 Ekim 2011 Salı

maslow

18 Ekim 2011 Salı
Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi

5. basamağı zorlarken 3'e döndüğümü düşünüyorum. O yüzden ben eski ben değilim işte. Tırmalıyorum, 3'ü atlayıp 4'ten devam etmek için ama olmuyor. Neden fırçalarımı hiç elime almıyorum artık, neden vakfa giderken eski heyecanımla koşturmuyorum? Çünkü bir basamaktaki ihtiyaçların karşılanmadan bir üst basamağa gereksinim duyamıyorsun. Beni anlayabilen var mı acaba? Yoksa zırvalıklarım mı tüm bunlar? Ama ben aileme kendimi ispat etmeye ve sevdirmeye harcamak istemiyorum enerjimi. Yapılacak daha güzel ve daha faydalı şeyler varken üstelik. Aidiyet duygumu kaybettim, tüm mental enerjimi ona geri kavuşmak için harcıyorum. Gözlerimin altındaki morlukların sebebi de günde 13 saatimi işe ayırmak filan değil, tam olarak budur!

melek

melek annemin melek pastası


Yaş problemi: Bir annenin yaşı kızının yaşının iki katı ve ikisinin de yaşı "asır"ın başına kesir sayı sıfatı konularak ifade ediliyorsa bu anne kız kaç yaşındadır :)

23 Eylül 2011 Cuma

23 Eylül 2011 Cuma
Ben, gece 3'te ne yapıyor oluyorum? İşte bunları;

                                       

17 Eylül 2011 Cumartesi

fusbal günü

17 Eylül 2011 Cumartesi
Kağan Bey'in maçı nedeniyle bütün pazar günümüz Sarıyer civarında geçirdik. O eşgüdüm toplantısındayken ben sahildeki çay bahçelerinden birinde yarı kahvaltı ettim. Sonra o gelince onunla bi daha ve hatta sonra bir yarım daha :) Sonra diğer hakemlerle buluştuklarında ben de eski fotoğrafları derleyecektim ki karşıma bir mudo çıktı :) dekorasyon kısmına bakmamak olmazdı! English Home ve Mudo'ya dayanamıyorum. Bunlara bir de Ikea eklendi şimdi :) Alışveriş sonunda poşetlerde kağan için 3 tişört, annem için iki gömlek ve kendim için ekmek sepeti ve çay tabakları vardı :)
Beyler sahaya geçtiğinde ben de altın pamuk pastanesinde oturup fotoğrafları derlemeye başlamıştım kiii Mert geldi :) Ben çağırdığım için gelmiş olabilir tabi... Maç saatine kadar sohbet ettikten sonra protokoldeki yerimi aldım, öhöömm :) Yaklaşık 250 kare hakem pozu çekerek tamamladığım müsabakada bir gözlemci edasıyla yaptığım doğru tespitler de gözden kaçmadı :) Ayol, Ali(!) Dursun'u bile tanıdım, daha ne olsun :)

16 Eylül 2011 Cuma

aşçı

16 Eylül 2011 Cuma
Çalışan bayanın eve geldikten 25 dk sonra ortaya koyduğu yemek. Fotoğrafta pek belli olmasa da, ayıptır söylemesi, görüntü de tat da şahaneydi :) Bu bulamaç gibi gözüken şeyin adı ev makarnasıyla yapılmış yalancı mantı :)

14 Eylül 2011 Çarşamba

senfonik

14 Eylül 2011 Çarşamba
Ortaçgil'e teşekkürlerimi sunacaktım, bir türlü fırsat bulamadım... İstediğim anlarda istediğim şarkıları çaldığı, ve eylül akşamını çalmak için geri dönüp "bonus track" yaptığı için :) Pencere önü çiçeği de hiç bu kadar güzel çalınmamış, bu kadar güzel söylenmemiştir sanırım...
Erkan Oğur, Gürol Ağırbaş, Cem Aksel, Birsen Tezer ve 26 yaylının eşlik ettiği konser şahaneydi. Hiç bitmesin istedim.
Konser esnasında -orada olduğundan bihaber- lafı geçen Birkan Bey'in kafasının ucunu konser çıkışı görmek de ayrıca sevindiriciydi :) Bizi çok kıskandığınızı biliyoruz ama siz de şunu bilin ki, gelmenizi ve fantastik dörtlü olmayı çok istiyoruz. İki neşe, bir kağan, bir-kan :)
Ve uzun zamandır -derken belki de hiç olduğunu fark ettim- yapmadığımız bir şeyi yaparak gece geç saatlere kadar Taksim'de Elif ve Gökmen'le oturduk, sohbet ettik, lime lime doğranmış nohut suyu içtik :) Tekrarına!

12 Eylül 2011 Pazartesi

vay canına

12 Eylül 2011 Pazartesi
Teknolojik gelişmelerin günlük hayata yansımaları beni fevkaladenin fevkinde heyecanlandırıyor. Galiba avcı Yaşar eniştenin tavşan gördüğünde nefesinin kesilmesi gibi bir şey :) Benim de mühendis dürtülerim harekete geçiyor ve kalbim hızla çarpmaya başlıyor “Vay canına! Vay canına!” nidaları arasında :)


Havaalanında otoparka girerken bilet alma düğmesine basıyorsunuz ve çıkan biletin üstünde arabanın plakası oluyor. Yani tamam kamera fotoğrafını çekiyor, plakayı algılıyor, okuyor filan da… Her plakanın yüksekliği, yazı karakteri, yataydaki konumu aynı değil ki. Ey mübarek nasıl da okuyorsun anlıyorsun ya hu. G’yi 6 okuyabilirsin mesela ama yok, hata yok…

Teknik detayını bildiğim halde buna bile yeterince şaşırırken hafta sonu bir adım ötesiyle karşılaştım. Bu otoparka girerken bilet milet almıyosun. Ama girişinde ücret tarifesi var. Allah Allah nereden bilecekler ki kaç saattir içerde olduğumuzu derken çıkışta aldık ağzımızın payını. Bu sistem de giriş ve çıkışta aracın fotoğrafını çekiyor ve eşleştirip ödeyeceğin ücreti belirliyor. Bir “vay canına!” daha.

Bir tane de carrefour’un manav reyonuna gelsin. Tartma işlemi kasada, ya da manav reyonunda oturup sürekli ürün çeşidi girip düğmeye basan biri tarafından yapılmıyor. Müşteri kendi tartım işlemini kendi yapıyor. Bu sistem migros jet kasalarda da var ama jet kasalarda ana gruptan birkaç aşamada alacağın ürün grubuna ulaştırarak seçim yapmanı sağlıyor. Domates yerine kabağı seçersen bunu fark edecek ve uyaracak bir önlem yok. Carrefour’da ise ürünü tartıya koyduğunda karşına seçenekler geliyor ve %90 ihtimalle ilk seçenekte, kalan %10 ihtimalde de ikinci seçenekte koyduğun ürün yer alıyor. Bu da bende hayranlık uyandıran bir teknoloji. Evet, bu da diğerleri gibi çok basit. Renk algılayıcıları sayesinde zaten dar bir gruba indiriyor seçenekleri… Ama yine de hayranlık uyandırıcı işte!

Millet uzaya gidiyor, ben daha bunlara hayran kalıyorum :)
Kendimi en mutlu hissettiğim anlar, evime göze hitap etmekten başka bir amacı olmayan şeyler aldığım ve onları yerlerine yerleştirdiğim anlar…

9 Eylül 2011 Cuma

9 Eylül 2011 Cuma
3,5 saatte 35 km yol… Türkiye’nin en kalabalık şehrinin en işlek ana arteri yol-metrobüs çalışmalarından dolayı tek şerite düşerse olacağı budur…

8 Eylül 2011 Perşembe

anlayana sivrisinek saz

8 Eylül 2011 Perşembe
"ben aptal değilim, sadece iyi niyetliyim"

çalar saat

Pisikolocim bozuk benim. İnsan sürekli saate bakarak yaşar mı yahu? Uykun gelmeden ertesi gün zorluk çekmemek için belli bir saatte yatmak, 12 dakikada kahvaltı edip, 4 dk kahve keyfi yapmak... Ayakkabılarını 37 saniyede giymek, asansörün 42 saniye sürmesi... Arabayı bıraktığın yere göre arabaya yürüme mesafesini hesaba katıp iş yerinde olman gereken saatten bu dakikalar ve saniyeler toplamını çıkarıp o saatte uyanmak... Mesela 06:58'de... Deliyim deli :) 4 dakika ile kısıtlanmış kahvenin keyfi mi olurmuş?

Elektrikler kesilip 13 katı elinde bir sürü yükle inmek zorunda kalınca işe 3 dk geç kalırsın işte böyle... Rahat ol biraz, rahat!

7 Eylül 2011 Çarşamba

oldu mu?

7 Eylül 2011 Çarşamba
Ebru abim, ben senden mavi elbiseli bahar yazıları istemişim, sen bana bu yazını yollamışsın. Olacak iş mi? Tatil sonrası işe alışamama sorununu atlatmak için biraz neşelenmekti üstelik tüm istediğim. Köy yaşamından uzaklaşıp şu 4 bilgisayar bir havalandırmadan mütevellit suni ortama alışmaya çalışırken, geçen hafta içinde olduğum yemyeşil ormanlar, gürül gürül şelalerin bilgisayar ekranına hapsolduğu ortamda nefes alacaktım alt tarafı bir bahar yazısıyla… Oldu mu şimdi?

gel bu gece

Gel, bu gece bizim olsun
Uzanalım ay ışığının huzmesine
Bir yer yapalım ikimize orada
Gönül gönüle
Tehlikelerden uzak
İhanetlerden ise daha ırak…
Olsun ki güneşin cılız ışığı ısıtmasın
üşüsün bedenlerimiz
Olsun ki siyah beyaz olsun günler
görmeyelim, sarıyı, maviyi...
Ne çıkar?
İçimiz sıcak mı?
Yüreklerimiz rengârenk mi?
Mühim olan bu…
Bir düşün;
Yıllardır saramadığım bedenini saracağım orada
Özlediğim saçlarının karasına karışacak yüzüm
Gözlerim hiç susmayacak
seni seyredecek, doyasıya
ve
Haykıracak yıllardır içimde biriken sevdayı
gözlerinin elifine…
Değmez mi sence?..

Sen neler hissedersin o yüreğinde bilemem
Ama sus yine de
Her zaman yaptığın gibi sus
Ben, beni sevdiğini sanayım yine
Sessizce… İçin için…

Bu gece bizimken
Çok uzaklardan ay ışığıyla bize kucak açmışken
Hele ki sen kollarımdayken
Nasıl düşünürüm “beni unut” dediğin o günü
Reva mı?
Bu gecelik, hatırım için
Sus
Konuşma hiç…

e.
2010 kış

21 Ağustos 2011 Pazar

kaçış

21 Ağustos 2011 Pazar
bahçeden toplanan salatalıklarla salata yapmak, biberleri doldurmak... kömürde henüz koçanını kopardığın mısırını közlemek, türk kahveni yapmak... ve sabah güneşin ilk ışıklarını horoz sesleriyle karşılamak. kaçmak lazım kaçmak...

3 Ağustos 2011 Çarşamba

jandarma

3 Ağustos 2011 Çarşamba
bilgisayarı temizlerken ne buldum :) geçen sene 10 mart'ta, yani bizim paşa askerlik görevini jandarma olarak yaparken, can sıkısından oynadığım adam asmacada kelime jandarma çıkınca hemen bir print screen yapmışım :)

bu sene 10 mart'ta ise nefes alacak vaktim yoktu, ne adam asmacası peheeyy... nasıl bir "işler berbat" durumudur bu anlamıyorum...

yeni marmara

bazen öyle yerlere gidiyoruz ki, sahipleri nasıl bir hazineye sahip olduklarının farkında olmuyorlar... sanki kendi mekanımızmış gibi üzülüyoruz. kağan yine o cümleyi sarf ediyor "ah burası senin olacaktı ki..."

cumartesi günü son kötü deneyimime rağmen yeni marmara cafe'ye gitmeyi kabul ettim. sultanahmet'ten cankurtaran'a inerken arasta çarşısının arkalarında bir yerde. Ali sayesinde öğrenmiştik burayı ve ilk gittiğimizde hayran olmuştuk. o hayranlıkla başka arkadaşlarıma da göstermek istediğimde burayı, felaket bir manzarayla karşılaştık. o kadar pisti ki, burada örneklendirmek istemiyorum. ben ki esnaf lokantalarını, sokak arası duraklarını sever ve pisliği bir ölçüye kadar görmezden gelebilirim ama burası bana bile fazlaydı...

üçüncü gidişimde durum yine değişmemişti. ve sanırım o şahane manzarasına ve istanbul'un en sevdiğim semtinde konumlanmasına rağmen bir daha oraya uğramayacağım. halbuki orası benim olsaydı, ah bir olsaydı...

karın tokluğuna

ön ödemeli hünkar beğendi kampanyamızın talihlisi belli oldu..

şimdi gelip gidip, odanın ne kadar değiştiğine ve ne kadar şahane olduğuna bakıyorum. hafta sonu da beyaz raflarımız ve camın önüne galvaniz saksı içinde fuşya siklamenlerimiz de geldi mi tamamdır...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

yollar

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Hepimizin başından geçen bir platonik aşk olmuştur, günlerce gecelerce onun hayaliyle kavrulmuş da bir türlü kavuşamamışızdır. Yine de vazgeçmemiş hep ona kavuşacağımız güne dair planlar yapmışızdır ya, işte ben iki senedir -aslında evveli de var- böyle yanıp tutuşuyorum da bir türlü kavuşamıyorum... Şöyle sabahtan akşama yan gelip yatacağım, efil efil esen rüzgarla -artık olmayan- saçlarımın dalgalanacağı bir yerde, belki bir hamakta bütün yorgunluğumu bırakacağım bir güne... Üstelik televizyon karşısında koltuğa kıvrılarak geçirmeye bile razıyım da o günü, yok işte, gelmedi bir türlü.

Önceki hafta Zeynep, Orçun, Korkutalp üçlüsüyle karşılanacak günün şahaneliğine dayanamayıp 27 saatliğine Antalya'ya gözlem şenliğine gitmiştik. Üstelik kendi kullandığımız arabayla, yarısından çoğu yol çalışmasına maruz kalmış yollarda.

Değdi mi? Kesinlikle! Bu mucizeye en azından senede bir kere tanık olmak lazım. Üstelik en az senede bir vampir de oynamak lazım :) Gün doğumu bizi cezbedip, yollara düşmemize vesile olan şaşaasıyla olmadı, ezgiden yoksundu, ama olsun…

Giderken kaybolduğumuz dağ yollarına, üç tercihin üçünü de yanlış kullanıp otobüsle 1,5 saatlik yolu hususi araçla 3 saatte ancak alabilmemize, yolun bittiği yerde geçmek zorunda kaldığımız derelere ve nihayetinde sabah ezanıyla birlikte önümüze çıkan ve bize yol gösteren dedelere hiç değinmeyeceğim :)

Dönüş vakti geldiğindeyse son 52 saatte sadece 9 saat uyuduğumuz için bizi en azından Afyon'a kadar zinde tutacak bir kahvaltıya ihtiyacımız vardı. Edirne/Yeşil sera'yı andıran vefakat adını şu an hatırlayamadığım yerdeki çardakta, sofraya katı gelen tereyağını kahvaltının sonunda tamamen eritecek sıcakta yaptığımız tatmin edici kahvaltı bizi Afyon İkbal lokantasına kadar idare etti. İkbal'de tadına doyum olmayan kuzu tandır ve kaymaklı ekmek kadayıfı ise hala sayıkladığımız bir lezzet :)

Hareket halindeki her türlü araca bindiğim anda uykuya dalma alışkanlığıma karşı koyup yol boyunca Kağan'ı konuşturma görevinde gayet başarılı gidiyordum ki, Gebze yakınlarında uykuya yenik düştüm, bunun için tekrar tekrar özür diliyor, ve bizi her koşulda sağ salim varış noktasına ulaştıran kaptanımıza sevgilerimi sunuyorum :)

Bu yorgunluğu atmaya çalışırken, Özlem&Martin'in sağdıçlığıyla ertesi haftamız şenlendi. 80'ler partisi tadında çok eğlenceli bir düğündü. O kadar ki "oynamak"tan bihaber ben, ortalığı harekete geçirmek için damadın babası Dieter ile cha-cha yaptım :)

E tabi hafta içi tam mesai çalışan bünyeler için haftaya bir iki ağır organizasyon sıkıştırmak böyle tatlı şikayetlere yol açıyor. Yine de durmak bilmiyor ve bir türlü hayata geçiremediğimiz "elli dokuz" için malzeme toplamaya devam ediyoruz.

Bu hafta sonu da Altınoluk'taydık. Şahane cevizli börek için bile değerdi o kadar yol ki, üstüne Bağlarbaşı'nda yenen köfte-yoğurt ikilisi ilaç gibi geldi…

Önümüzdeki hafta mı? Bakalım… Yapılması gereken bir sürü tadilatımız var… Yapan hünkar beğendiyi hak eder… Eğer bir bir rota sunup bizi baştan çıkarmazsa…

22 Temmuz 2011 Cuma

telepati

22 Temmuz 2011 Cuma
uykudan gözlerini aralayıp, teki açık teki kapalı gülümseyerek bakarken "şeye benzemişsin" dediğinde; alakasız bir filmden alakasız bir karakter olan "ayşe'ye mi?" dediğimde verdiğim yanıt doğru olduğu için seviyorum seni...

dönüş vakti

nispeten nefes almaya vakit kaldığına göre bu çorak alanları biraz bereketlendirmenin zamanı geldi...
blog yazmayı özlüyor, ama o ilk adımı atamıyodum uzun zamandır... dünkü bi gülümseme o enerjiyi verdi, gerisi gelir inşallah...


14 Ocak 2011 Cuma

sızı

14 Ocak 2011 Cuma
nane çayı ve sokak simitini özledim.
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket