26 Ekim 2008 Pazar

aydınlığa erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir

26 Ekim 2008 Pazar
dün erkan oğur konserindeydik. "neden geldim istanbul'a (amerikaya)" türküsünden önce "ben o harputlu gibi okuyamıyorum, dümdüz okuyorum. eğitim adamı düzleştiriyor" dedi. sadece eğitimle yapmıyorlar tabi o çıkıntıları törpüleme işlemini. şimdi de bloggera erişim mahkeme kararıyla engellenmiş. herkes aynı düşünmeli çünkü, dümdüz. yoksa nasıl güdülür bu sürü? 40 yıl öncesinden bir adım ilerde değiliz ya, yazık.

21 Ekim 2008 Salı

21 Ekim 2008 Salı
Çalıştığım yeri seviyor muyum tiksiniyor muyum karar veremiyorum bi türlü.

Dün yok yere bir işçiyi gözümün önünde işten çıkardılar. Tek nedeni maaşının yüksek(!) oluşuydu. 700 lira maaş alıyormuş. Muhtemelen 3 ya da 4 kişilik ailesini geçindiriyor o parayla. Ve yine muhtemelen evi kira. Ve bu, yüksek(!) maaş alan biri. Gerisini varın siz düşünün.

Yeni bir projeye başlıyoruz. Bugün başlangıç toplantısındaydık ve proje hakkındaki düşüncelerimizi sıralıyoruz. Saygıdeğer Ferhat Bey diyor ki:
- Bu proje için herkesin değişime açık olması gerekiyor. Herkesi değişime davet ediyorum.
+ (gülümseme ve nezaketle) Ben değişime açığım demek oluyor bu o halde...
- Hayır, ben değilim.
Gülmekle ağlamak arasında kaldım bu cevaba, sonra da bastım kahkahayı.

Yine bugünkü haftalık üretim yönetimi toplantısındaysa sanki güne gitmişiz havası vardı ve konu benim evde kalışımdı :) Esma mayısta evleniyor diye yerine yeni biri başladı. Diğerleriyle ilk defa tanışıyor ve dolayısıyla diğerleri onun geliş, esma'nın ayrılış nedenini öğreniyor. Fakat bu konunun üzerinde durulmaktansa konu "e sıra Neşe'de, Neşe evde kaldı"ya geliyor. Ama ben daha çok küçüğüüümm desem de.

Sırf ben çalıştığım yeri seveyim diye masamın hemen yanına koyulan koca bir ağacım var (dracaena). Artık dünya masamdan daha güzel görünüyor.

Eğitim seviyesi genelde biraz düşük bir aile gibiyiz. Bazen sinir ediyor, çoğu zaman eğlendiriyor işte.

İsmail'i ziyarete gittik bugün. Çapa'da henüz teşhisi konulamayan bir hastalıktan ötürü yatıyor. Allah tez zamanda şifasını versin.

19 Ekim 2008 Pazar

eskici

19 Ekim 2008 Pazar
insan misafirliğe gittiği yerde yemek yediği tabağa göz koyar da bir de utanmadan ister mi? hayır, çingenelik değil, tabak bir öğrenci evi için fazla güzeldi ve kırılma ihtimali çok yüksekti. sadece korumaya almak istedim :) bu kapora, takımın kalanı birkan evi taşırken gelecek.

son zamanlarda arşivcilik huyumun önüne geçemiyorum. herkese ait mutlaka bir şeyler olmalı elimde. sanki onlar bende olmazsa değerleri bilinmeyecek, kaybolup gidecek sanıyorum. zaten bu eski püskü şeylere merakı olan, onları beğenen yok benden başka. herkes modern eşyalar peşinde. o yüzden anneannemin şamdanı, babaannemin lüksü, babamın dedesinin yaptığı minyatür saban, babaannemin çeyizinden kalan yün çorap, çetikler, anneannemin çeyizinden etamin işler, anneannemin babasının tütün tablası vs hepsini kolaylıkla sahiplenebiliyorum.

bayramda tekirdağ'a gittiğimizde babaannemin köyünü de ziyaret ettik. babam çiğdemleri görünce "aa babaannemin ektiği hasankoliler" dedi büyük şaşkınlıkla (çiğdeme orada hasankoli deniyor). çünkü kerpiç evin büyük kısmı bakımsızlıktan çökmüştü. koca ev, öyle ufalmıştı ki bir insan boyuna düşmüştü. kapıların neredeyse 40 cm'si yere gömülmüştü. ama hasankoliler, bundan en az 30 yıl önce ekilen hasankoliler, hala sarı sarı açıyorlardı. tüylerim diken diken oldu ve nevriye babaannenin hasankolilerini her gün balkonumda görebilmek ve sanki o yıllara tanıklık etmiş bu çiçekleri de oradan alıp korumama almak istedim. belki de bencillik, bilemiyorum ama birilerinin hatıralarını barındıran eşyalar bana acayip huzur veriyor.

17 Ekim 2008 Cuma

saat kaç?

17 Ekim 2008 Cuma
annemin uzun zamandır çekmeceler saat dolu duvarlarda bir tane yok yakarışına dayanamayıp reklam saatlerinden bir tanesini kullanılabilir hale getirdim.

pusula gayrımenkul yazısını kırmızı kağıt torba, telefon numaralarını da siyah kağıt torbayla kapattım. tabi gazetelerde gözlerine bant çekilmiş insanlara benzeyince iki tane de rastgele çubuk konduruverdim oldu sana bir tasarım harikası :) bordosu koltuklara, siyahı ve gri çerçevesi de yemek odasına cuk oturdu. içime de pek sindi.

klik

kapısı kilitli eve girmekten nefret ediyorum. yani anahtarla girmek değil de, anahtarı çevirdiğimde o "klik" sesini duymak ve evde kimse olmadığını anlamak beni acayip bir hüzne sürüklüyor. bulutların üstünde olsam bile o anda yere çakılıyorum.

sanırım bilinçaltına yerleşmiş çocukluğumu anımsıyorum. ben hiçbir zaman içinde anne olan bir eve girmedim çünkü. eve ilk giren, dolayısıyla o "klik" sesini duyan, buz gibi eve girince kombiyi/sobayı açan hep ben oldum. evde kimse yokken yazın ortasında bile üşümem bundan belki. tamamen psikolojik. yalnızlığı sevmemem de.

belki hayattan en büyük isteğimin "kendi çocuğunu kendi büyüten bir anne olmak" olması da bundandır. belki en büyük istek için biraz fazla sığ, ama böyle. hayatta beni en çok mutlu edecek şey bu.

tanrım, ne kadar duygu sömürüsü kokan bir yazı oldu

16 Ekim 2008 Perşembe

orion

16 Ekim 2008 Perşembe
orion'un şimdi de kırmızı ete alerjisi çıkmış. e zaten kansızlık yaptığı için beyaz et yiyemiyor. bildiğimiz vejetaryen oldu annesi gibi. artık vejetaryen ve ayak nemlendiricisi kullanan bir alman kurdumuz var.

15 Ekim 2008 Çarşamba

beep beep

15 Ekim 2008 Çarşamba
iki gündür eğitimdeyiz iş yerinde. aralarda çizgi film izleyip onlara stratejik açıdan filan yaklaşıyoruz. benim dışımda eğitim alan herkesin bölüm yöneticileri olduğunu ve benden 15-40 yaş büyük olduğunu düşünürsek çizgi filmleri aynı heyecanla izlemiyoruz tabi. herkes ciddi ciddi oturup izlerken ben çok eğleniyor, çok gülüyorum. özlemişim çizgi film izlemeyi. iyi oldu bu eğitim. hafta sonu çizgi film kuşaklarının saatini öğrenmeli :)

sizin çakalın road runner'ı yakalamak için izlediği süreçlerden haberiniz var mıydı? ya da başarısızlığının nedeninin PUKÖ döngüsünü uygulamaması olduğundan. hey gidi hey. haybeye izlemişiz yıllarca. o değil de şimdi oturup nasıl aynı masumiyetle izleyebilirim ki onlara da iş hayatını, stratejileri, misyonu, vizyonu bulaştırdıktan sonra.
geçen gün birini tanımlarken "gürbüz" demiştim de arman çok gülmüştü "bu kelimenin cümle içinde kullanılışını ilk defa canlı canlı duydum" diye. osmanlıca kelimeleri de çok seven biri olarak kullanımının beni şaşırtacağı çok fazla kelime olduğunu düşünmezdim. ama yolda iki çocuk şakalaşırken biri diğerinin burnuna vurdu ardından "burnunu kırayazdım" dedi. eğitim sistemine mi atmalı suçu yoksa bana mı bilmem ama -yazmak fiilinin tek örneği "düşeyazmak"tı benim için ve o da günlük konuşmada kullanılmazdı. işte o anda arman'ın hissettiklerini anladım.
üniversite 1. sınıftayken de aslı benden "muhtemelen" kelimesini kapıp sonra da kızmıştı sürekli kullanıyorum diye. acaba böyle, herkesin belli kelimeleri var da, aynı şeyin 3-4 adı bile olsa hep aynı kelimeyi mi kullanıyor onun için. öyleyse ne yazık. bu, bu kadar zengin bir dili bireysel düzeyde de olsa köreltiyoruz demektir. hele de bu köreltmeyi daha genele yayıyorsak, -yazmak fiilinin kullanılmaması gibi, daha kötü.
yarın kelimelerin pek kullanılmayanlarını tercih ederek kurmaya çalışacağım cümlelerimi. her zaman "muhtemel" diyorsam yarın "olası" diyeceğim. hem bir nevi beyin jimnastiği olur hem de cümlelerimi düşünerek kurmuş olurum. günde 15 çörek otundan iyi gelir bakarsın :)

10 Ekim 2008 Cuma

Farklı olanı bulun

10 Ekim 2008 Cuma
IMF: 1930'dan beri en tehlikeli şok
Erdoğan: Krizde korkulacak bir şey yok
İngiltere'den 200 milyar sterlinlik can simidi
Brown: Sistemin sağlığı için radikal adım attık
Trichet: Tabular olmadan hareket edilmeli
İtalyan bankalar da önlem bekliyor
TOBB: Tedbiri elden bırakmayın
ABD'de emeklilik fonları 2 trilyon dolar eridi
Büyüme için kötü sinyal
Volvo 3 bin 300 kişiyi çıkaracak

*www.ntvmsnbc.com

9 Ekim 2008 Perşembe

dengesiz

9 Ekim 2008 Perşembe
Hastayım blogcan. Yutkunamıyorum boğaz ağrısından. Fark ediyorum ki ben öğrenciliğimde bu kadar sık hasta olmazdım. Okula hastalık yüzünden devamsızlığım var mıdır onu bile hatırlayamadım. Acaba diyorum, bünye çalışma hayatını kaldıramadı da isyanlarda mı. Yaklaşık iki ay önce de mide bulantısı kıvrandırmıştı. Sabah işe gittiğim gibi tekrar eve dönüp uyumuş, uyumuş, sonra tekrar uyumuştum. Bütün gün, bütün gece. Hiç öyle hasta olup yorgan döşek yattığımı da, ateşimin yükseldiğini de bilmezdim. Neyse efendim. Zaten dünya da aynı dünya değil ki. Belki küresel ısınmanın bendeki etkileridir bunlar da. Olabilir tabi. Ne giyeceğini bilememe durumları. Mesela cumartesi günü Birkanların terasta milango yapacaktık. E tabi ona göre giyindim. Akşam için de panço filan aldım yanıma. Yolda giderken çok terledim. Dans da yalan olunca pançoyu boşuna aldığımı düşünmüştüm ama o akşam orda kaldığım için ertesi gün de aynı kıyafetleri giydim. Ve bir gün önce akşam serininde terleten kıyafetlerle ertesi gün öğle vakti üşüdüm. Rahmetli eniştemin anlattığı bir şey vardı: Atatürk kurtuluş savaşı zamanında her yöreden orduya katılmak için insanları çağırmaya gidermiş. Trakya’ya gelmiş sıra. Atatürk şöyle bir bakmış daha bakarken pardösüsü bir yana saçları diğer yana uçunca, buranın havasından hayır yok, insanından hiç hayır gelmez demiş. Belki Tekirdağlı olan babamı kızdırmak için eniştemin uydurduğu bir şeydir ama İstanbul’un havası tam olarak böyle, dengesiz. İnsanların da bulunduğu bölgenin ikliminden etkilendiği kabul görmüş bir gerçek olduğuna göre, dengesizliğimizin bir suçlusu da pekâlâ İstanbul olabilir.

Birkan’ın köpeği Carmen çok tatlı ve çok uslu. Orion’dan sonra evde köpek besleme işinden epey soğumuştum, Carmen tekrar ısıttı bu fikre. Bir köpekle uyumak çok huzur verici bir şey. Böyle yumuşacık. Hem de seni parçalayacak gücü varken sen ona kızsan bile sesini çıkarmıyor ya, işte o zaman hayranlığım artıyor bu hayvancıklara. İnsanların gösteremediği bir olgunluk neticede. Doğadan öğrenecek çok şeyimiz var.

Birkanlara girer girmez bir meze muhabbeti döndü. Ayağımın tozuyla hemen mutfağa girip bir hibeş yapıverdim. -Tabi Ahmet’in tahini homojen kıvama getirme çabasını göz ardı edemem.- Bütün insanlar Antakya mezelerini tatmalı. Harika lezzetler. Erkekler ve ben çok sevdik, kızlara biraz ağır geldi. Bu genellemede yanlış yerdeyim sanırım :) Ayrıca hibeş çok da güzel bir cips sosu oluyormuş. Tavsiye edilir. Tarifi için bir telefon uzağınızdayım :) Lafı gelmişken damla çikolatalı tarçınlı kekim de kapış kapış gitti. Süper, asla yüzümü kara çıkarmayan bir tarif o da.

Pazar günü dayımın oğlunun bebeği oldu, Ege. Çok tatlı bir şey. Şimdilik pek uslu gözüküyor. İnşallah öyle devam eder. Allah huzurlu ömür versin ona. Darısı başıma :)
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket