29 Aralık 2009 Salı

pavlov

29 Aralık 2009 Salı
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.

Günler böyle geçiyor işte... 12'ye doğru mutlanmaya başla, 1 olup da telefonun çalmadıysa burul. Sonra 6 gibi heyecanlan, 7'ye doğru sönsün... Ve saat 10'a yaklaşırken telefonun hala çalmadıysa sarkıt dudaklarını annesinin işten dönmesini cama yapışarak bekleyen çocuklar gibi.

26 Aralık 2009 Cumartesi

26 Aralık 2009 Cumartesi
yaz gelsin,



mesafeler gitsin...
Posted by Picasa

25 Aralık 2009 Cuma

sahte kahraman

25 Aralık 2009 Cuma
Kendi masalının eşsiz kahramanı olmak varken, başka masalların kahramanlarına özenip kendini o ait olmadığı masala yamamak niye? Üstelik o jön tavırlarla... Oysa ben bilirim senin içini. Oradaki minicik, ürkek ve hassas çocuğu da bilirim... Fakat... Bilmezdim kendi masalını yazamayacak kadar zayıf olduğunu...

22 Aralık 2009 Salı

özledim

22 Aralık 2009 Salı
Cafe des cafe'de kahve içmeyi, Tunalı'dan Kızılay'a yürümeyi ve İstanbul'a dönüşü özledim. Gece güç bela gözümü açtığımda kendimi güvende hissetmeyi bir de... Tek tek değil, bir ritüel halinde ama...

kürkçü dükkanı

Önyargı kötü şey. Söylemişti bana sen orada da mutlu olacak bir dünya yaratırsın diye. İhtimal vermemiştim. Ama oldu işte. Sanırım artık sözünü dinlemem gerektiğine ikna oluyorum :)

Bugün Kürkçü Han'da hissettim kendimi. Hep Kapalıçarşı-Tahtakale esnafına özenmemiş miydim? Allah'ın sevgili kulu olarak daha fazla karşılanamazdı heralde bu isteğim. Ooh, bir yandan da Türk kahvemi yudumladım... O kapalı ve karanlık kutuda 5 saat geçirdim hiç anlamadan ve hiç oflamadan. Sonra bak dedim kendime, hani nefes alamazdın?

Günün sözü: "İyilik bir çeşit propagandadır."

20 Aralık 2009 Pazar

külkedisi

20 Aralık 2009 Pazar

söz verdiğimiz gibi

Giderken birkaç maddelik bir liste bırakmıştı bencillikten çok uzak. Ben yokken yapılacaklar listesi. Ben neyden keyif alıyorsam o vardı içinde. Halbuki tam tersine hazırlamıştım kendimi. Anlayışla karşılanması gereken kötü bir psikolojide olmalıydı. Şimdilik değil, Allah bozmasın...

Cuma akşamı Ülkücüm'deydim. Buharda pişirilmiş Brüksel lahanası yapmış bana. Misafirlikte bile sağlıklı beslenmeye devam yani... Azıcık tarçınlı keki saymazsak... Ertesi gün teyzeme gidip annemin orada toplaşmış arkadaşlarının gönlünü aldım. Kimilerini görmeyeli yıl oluyordu. Onlar için ne kadar büyüsem de; masanın altına saklanmış, "Nese değil Nese Neseee"(o zaman ş'leri söyleyemiyordum, şimdi s'leri ;) ) diye bağıran kırmızı çizmeli huysuz kız olmam ne garip!

Akşam pijamalarımı giymiş televizyonun karşısında miskinlik yaparken telefon geldi, hemen hazırlan, Eylül'ü ara ve tangoya git diye. Emir büyük yerden! Elimiz mahkum hazırlanıp çıktık. O saatte Halkalı'dan Taksim'e gitmeye nasıl üşenmedim bilmiyorum. Ama iyi de oldu. Ben yokken yapılacaklar listesinin en baskın maddesiydi zira...

Sabah Ekim Bey'in artık pek de miniş olmayan ellerinden -itiraf ediyorum, boyumu geçmiş artık- turuncu Türk kahvesiyle uyandım güne. Yavrum, portakal suyunu ben Türk kahvesi seviyorum diye Türk kahvesi fincanında getirmiş :) Hayır, sıkmaya üşendiğinden küçük fincanda getirdiğini bir an bile aklımdan geçirmedim! Böylesi daha güzel :)

"Süreyya hocanın annesi teyze"den hayata dair öğütler alıp bir taraftan da muşmula yedikten sonra Aslu'mla buluştuk. Eğer buluşmaya 20dk kala telefonda konuşmaya başlarsan ve yanyana gelene kadar telefonu kapatmazsan buluşma anında ne demen gerektiği konusunda derin çelişkiler yaşayabiliyormuşsun :)

Bugün kar yağacak diyorlardı, neredeyse bütün gün incecik penyeyle dolaştım. Biraz melankolik davranıp "Edirne'de havalar nasıldır"ı yaşamaya çalışmış da olabilirim tabi :)

Eve dönüşte Taksim-Beylikdüzü arası 1 saatlik yolda hiç durmaksızın telefonda sevgilisiyle kavga eden bir kız vardı arkamda. Ben Küçük Prens'i 847. defa okurken arkamda dönen muhabbet çok ironik oldu. İnsanların parayı bir ölçü birimi olarak kullanmalarını sanırım ömrümün sonuna dek anlayamayacağım. Keşke arkamı dönüp o birkaç cümleyi okusaydım: "Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. "Sesi nasıl?" demezler örneğin, ya da "Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?" diye sormazlar. Onun yerine. "Kaç yaşında?" derler. "Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?" Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı."



Leylek leylek havada, yumurtası tavada olur mu dersin bu hafta da?

16 Aralık 2009 Çarşamba

sarmal

16 Aralık 2009 Çarşamba
Her DNA modeli gördüğümde aynı şekilde yutkunacak mıyım acaba?

14 Aralık 2009 Pazartesi

derin yeşil gözlü kız

14 Aralık 2009 Pazartesi
Merdivenlerden iniyordu. Derin yeşil gözleri, bembeyaz teni vardı. Pembe yanaklarının iki yanından mavi tülbenti sarkıyordu. Bir an göz göze geldik. Ürkekti bakışları. Hemen kaçırıverdi gözlerini. Yarı yaşımdaydı. O kadar çelimsizdi ki vücudu adımları bile paytaktı sanki. Gitti sahiplendiği makinesinin başına, sandalyesinin minderini düzeltti, yere değen eteklerini topladı ve oturdu. Oturduğu anda sanki on yaş birden büyüdü. Tıkır tıkır tıkır... O narin elleri inip kalkan iğnelerin arasında, adeta bir makineymişçesine işliyordu. Derin yeşil gözleriyle ellerinin her hareketini takip ediyordu. Yanlış yapmaya hakkı yoktu. Tıpkı kazandığı parayla o çok beğendiği pabuçları almaya hakkı olmadığı gibi. O sadece bir metaydı, kimse tarafından varlığı kabullenilmeyen. Üstelik o dört duvar bina içindeki yüzlerce metadan biriydi sadece.

Önce kendi çocuklarımı düşündüm. Zengini, fakiri; kültürlüsü, cahili vardı... Ama en azından bireylerdi. En azından bir adları vardı. Düşünceleri dinleniyordu...

Oysa derin yeşil gözlü kız herkes tarafından yok sayılıyordu. Muhtemel ki ruhuna aldığı yaralarla hiç bir zaman da var olamayacaktı. Milyonlarca yitik birey gibi...

İçimden bir şeyler koptu. Halime şükretmekle, onlar için bir şey yapamamaktan dolayı kendime küfretmek arasında kaldım. Sonra arkamı dönüp gitmek istedim. Gözlerimi yumunca o derin yeşil gözler yok olacak sanki...

Olmadı işte. Hala içimde o sızı. İnsanlığımı hatırlatan sızı...

fiyonklu yazı

Hayat akıp gidiyormuş meğer... Aslında biliyordum da, neresinden karışıp benim de onunla birlikte akmaya başlayacağımı kestiremiyordum galiba. Bir de hızlı akışı biraz gözümü korkutmuş olabilir... Bugün bir baktım, içine girivermişim! Ne mutlu, sonunda!

Güne masamda bulduğum bir zarfla başladım, üstünde Neşe Hanım'a yazan. İçinde bir kolye, bir mektup, bir de yemek menüsü. Ben mutlanmayım da kim mutlansın bu sevimli jest karşısında! :)

Sonra, kahve içtim mesela. Kahve içmek insanı mutlu eder mi? Edermiş! :)

Kendimi profesyonel anlamda iyi hissettiren üç şey daha oldu; değerimi anladım, değerimi gösterdim, değer kazandım.

Akşam spor çıkışı manav-market ikileminde kalıp pek tabii ki manavı tercih ettim.

+1 kg mandalina alabilir miyim?
-Başka bir isteğiniz var mı?
+1 tane de ananas alayım
-Yok, ananas veremem, ananaslar kötü.
+Hı, süs olarak mı koymuştunuz?
-Süs değil ama kötü oldular artık, yumuşadılar, vermeyeyim.
+ :) E, iyi bari...

Küçük esnafı tercih etmenin faydaları... Hala var böyle insanlar işte!

12 Aralık 2009 Cumartesi

gidiyorsun

12 Aralık 2009 Cumartesi
gidiyorsun
beni bana bırakıp
ayrılığa katlanıp

gidiyorsun
sen de benim gibi
ayrılığa katlanıp

artık bir derin sızıdır
bize bizden kalan
içimizde saklanan

artık bir ömür boyudur
seni bana çağıran
kalbimin kuruntusundan

gece yarıları
sokak lambaları
penceremde
meraklı rüzgar

okul çocukları
pürtelaş insanlar
hiçbir şey
olmamış gibi

oysa içimden kopan bir sen değilsin
umutlarım anılarım inançlarım var
kendine gülümseyen bir halim olsa da
için için akan gözyaşlarım var

(fikret kızılok)

6 Aralık 2009 Pazar

uykusuz her gece

6 Aralık 2009 Pazar
Uykusuz kaçıncı gün, bilmiyorum... İki gün üst üste spor, sağlam spor, üçüncü gün 18:30'dan sonra hiç üşenmeden Büyükçekmece'den Tuzla'ya gidiş (100 km). Eve sabaha karşı 4'te geliş, sabah 7'de kalkış... Dün klasik cumartesi kahvaltısı, ardından eski firmamın futbol final maçı... Arıdndan fasıl heyeti eşliğinde askere veda... Yine sabaha karşı 4'te uyu, 7:30'da uyan.. Bu sefer de yarı klasik pazar kahvaltısı... Şöyle tablet halinde alınamıyor mu şu uyku denen meret? Zira, uykusuzken saçmalama potansiyelim fena yükseliyor. Bu sefer saçmalamanın üstüne bedensel yorgunluk da eklendi, sporun etkisi midir bilinmez...

Şu anda öyle bir haldeyim ki, yatağa gitmeye üşendiğimden bilgisayarı kucağımdan bırakmıyorum.

Perşembe gece Burcu'larda süper bir oyun oynadık Trivial Pursuit diye. Meşhur bir oyunmuş sanırım ama ben bilmiyordum. Genel kültür - bilgi yarışması tadında bir şey. Sorular biraz dengesiz, aynı kartta "sevimli hayaletin adı nedir?" ve "kumanda kaç yılında icat edilmiştir?" gibi iki soruyla karşılaşmak mümkün. Yine de zevkli bir oyundu ve kızlar olarak kutu oyunlarındaki 518,767. zaferimizi kazanmayı başardık :) Haklarını yememek lazım, her zaman açık ara yenmeye alışık olduğumuz erkekler bu sefer sürekli bizden öndeydiler... Ama kazanmaları için yeterli olmadı bu.

TEGV'de bu dönem astronomi kulüp etkinliği açtım. Fakat katılan çocuk yokmuş... Bir iki hafta daha bekleyeceğiz, eğer katılım olmazsa buı dönem etkinlik açmamış olacağım... İki etkinlik fazla gelir diye düşler atölyesi de almadım bu dönem. Umarım katılım olur, çünkü çok eğlenceli bir etkinlik planı hazırladım ve uygulamada ne tür şeylerle karşılaşabileceğimi görmek istiyorum...

Dün fasılın olacağı mekanın iki kat altında tango gecesi vardı, tam önünden geçerken "günlerden yaz"ın çalması da hoş bir tesadüf oldu... Malesef sadece kafamı içeri uzatmakla yetinebildim..


Dip not: Evinde 5,5 aylığına 2 yaşında, çişini nereye yapacağını bilen bir golden retriever ağırlamak isteyen olursa ses ediversin. Yoksa yatağımın altında saklamak zorunda kalabilirim hayvancığı.

4 Aralık 2009 Cuma

ablacım yaş kaç?

4 Aralık 2009 Cuma
Eve gelirken markete uğrayıp mutfak alışverişi yapmak, eve gelip akşam yemeğini hazırlamak, yemekten sonra sabah kahvaltılıklarını da hazırlayıp dolaba koymak, sabah için ekmek yapmak, nevresim değiştirme, lavabo ovma gibi bilimum işler ve ardından kahveni alıp gramofon dinlemek... İçine babanne mi kaçtı acaba Neşecan?

clear

Böyle giderse gerçekten siyah giyememe takıntım oluşacak. Yıllarca aynı espriyi duymaktan mıdır bilmem, Neşe'nin kepek sorunu baş gösterdi ki, sormayın gitsin. Felaket, felaket!

1 Aralık 2009 Salı

dost eller

1 Aralık 2009 Salı
Böyle bir şey varmış. Ne güzelmiş...

niyet ettim

İnsanın niyeti olmayınca... Spora giderken spor pabuçlarını evde unutup eve geri de dönermiş :) Ama pes etmedim tabii ki. Sporumu yaptım, mutluyum :)

sportif

Teoride 2 hafta önce spora başladım, pratikteyse bugün başlıyorum. Hedef kilo bazında 5 ayda 10 kilo, şekil bazındaysa daha tatmin edici bir iyileşme. Ne bileyim baklava olur, üçgen olur, Allah ne verdiyse. Bugünkü akşam yemeğim bir kase corn flakes, bir mandalina, bir de calcium sandoz. 2 ay sonra 1,5 porsiyon tereyağlı iskendere dönerse utan kendinden diye yazıyorum Neşe. Hadi bakalım, göreyim seni!
 
naeknhu © 2008. Design by Pocket