29 Aralık 2008 Pazartesi
fallar ve 2009
insanın bir sene sonra ne yapacağını, nerede olacağını hayal bile edememesi ne gariptir yahu. ne dense mümkündür diyorsun, hiçbir hayalin mantık süzgecine takılmıyor. ilk defa yeni bir yılın neler getireceğini tahmin edemiyorum ama 2009'un hayatımda önemli bir yıl olacağını kestirebiliyorum yine de. heyecanlandırmıyor olsa da merak ediyorum neler getireceğini, neler götüreceğini..
zen
25 Aralık 2008 Perşembe
her şey sevgiyle başlar
"bir kişi bulur
ikincisi tohum eker
sonra yeşillenir çiçekler
hadi gel, senin zamanın artık
yürüsene benimle..."
(bülent ortaçgil)
24 Aralık 2008 Çarşamba
22 Aralık 2008 Pazartesi
sıradan
-Müsaitim müsaitim, sen?
+?!?!
Seramik fevkalade keyifli gidiyor. Ortaya çok güzel şeyler çıkıyor. Ve ben o kadar çok şey yapmak istiyorum ki… Çoğunda istemekle kalıyorum gün 24 saat, hafta 7 gün olduğundan.
Güzel kararlar aldım. Güzel bir yol çizdim. Tabii o kadar çok harici etken var ki, bunda da istemekle kalabilirim. Ama olsun, denemeye değer. 6 yılımı heba etme pahasına da olsa…
Volkan geldi bile. Onu burada kötü sürprizler bekliyordu. O yüzden görüşmemiz biraz gecikti. Yorumlarıyla öldürdü beni sırtımda kocaman sırt çantasını görünce. Ama içindekileri görünce bir kez daha saygı duydu :) Keşke gerçekten Volkan’ın gözünde olduğum gibi bir insan olabilsem…
Dün metrobüste bir şey oldu. Sıradan... Ama o kadar güzel hikâyeler yazdım ki kafamda bu sıradandan. Gerçekleşmedi. Güldüm geçtim.
Ülkü hanıma sürpriz doğum günü yaptık dün gece. Aslında Salı günü doğum günü. Kapıyı pastayla açınca “Ama bugün değil ki” dedi gayet donuk. Meğer altında başka neden varmış. Şoktaymış yavrucak. Sağlıklı ve mutlu bir ömrü olsun. Dün gece o kadar güldürdü ki bizi, boğazım ve yanaklarım hâlâ acıyor. O da hep gülsün.
Yılbaşı tebrik kartlarımı yarın postalıyorum, hala bundan çok mutluluk duyduğunu bildim 2-3 kişiye.
19 Aralık 2008 Cuma
hey man
allahım sen aklıma mukayyet ol
İki dk önce giren sifonu çekmiş olmasına rağmen girer girmez tekrar çekenleri,
Sofrayı toplarken musluğu -sonuna kadar- açık bırakanları,
Aldıkları her şeyi ayrı poşete koyanları,
Biraz daha kalın giyinmek ya da camı açmak yerine hemen klimaya saldıranları,
Kısacık mesafelerde bile zorunluluk olmadığı halde özel arabasını kullananları,
Bir şeyler anlatırken hiç gerek olmamasına rağmen illa kağıt kullananları, hatta her madde için ayrı kağıt harcayanları
anlamıyorum. Anlamak da istemiyorum. Hatta onların benim dünyamda yaşamalarını da! Bencillik mi? Evet, ama benimki değil, onlarınki. Nasıl oluyor da idrak edemiyorlar bu evrenin sahibi olmadığımızı, sadece içerisinde küçücük bir nokta olduğumuzu ve ona uyum sağlayarak yaşamak zorunda olduğumuzu. Onu bize uymaya zorlayarak değil. Hayır, eğitimle filan da alakası yok. Eğer çaycı teyze bunlara dikkat ediyor ve fakat o çok kültürlü ve bilgili müdür bey hiç umursamıyor, “aman ne olacak” diyorsa.. Yanlış nerede? Kendini her şeyin merkezinde sanarak yetişen/yetiştirilen bireyde belki de.
Geçen gün belediyeyi aradım çöpleri ayırmakla ilgili. Çünkü çöplerin dairede ayrılıp kapının önünde aynı kutuya girmesi insanın canını yakıyor. Orda aynı kutuya girmezse kamyonda birleşecekler dedi telefondaki ses. Türkiye henüz buna hazır değil.
Ne acı.. Ne bileyim -en yüzeyselinden- ne hakkımız var kutup ayılarını evlerinden etmeye?
Bir tek benim mi içim acıyor yapıları hiç uygun olmadığı halde asfaltta yürüyen horozlar, köpekler görünce?
Boşver.
*kartuşun bittiğini farketmeyip aldığım yarısı silik çıktıyı tekrar çıkartacak zorunda olmanın vicdan azabı içerisindeyken tuvallete gidip gördüklerimden sonraki sinir harbiyle yazılmıştır. Ben üç sayfanın hesabını yaparken..
hediye
Bir de kendime çok beğenerek aldığım bir şeyi hediye paketi yaptırmayı.. Sonra büyük bir keyifle açmayı..
Bir de tomurcuk veren çiçeklerimi.. Hediye misali onlar da. Ne zaman geleceği pek belli olmuyor.
Şimdiye kadar gül yetiştirmeyi hiç becerememişken, doğum günü hediyesi gülüm 3 tomurcuk verdi. Kuruyacak diye beklerken..
11 kitaplık siparişim yolda.. Bugün, yarın gelir.
Evde açılmayı bekleyen hediye paketim de var :) Kıpkırmızı...
Başka bir nedene gerek var mı mutluluk için?
18 Aralık 2008 Perşembe
fizyoterapist
Ne işin var elektrikle içeri mi düştün diyenlere, pazartesiden beri fizik tedavi görüyorum. 15 gün sürecek. Yaptıkları işkenceler elektrikle sınırlı değil üstelik. Darağacında da sallandırıyorlar. Allahtan şimdilik altımdan sandalyeyi çeken yok.
İşin kötüsü başladığımdan beri daha önce olmayan ağrılarım çıktı piyasaya. Bakalım, gidecek mi fıtık kardeşçikler..
17 Aralık 2008 Çarşamba
har
(murat uyurkulak)
15 Aralık 2008 Pazartesi
14 Aralık 2008 Pazar
ayrıntılar
görmek istediğim yerlerden bir tanesi daha eksildi; beypazarı. ama liste o kadar uzun ki, ömrüm vefa eder mi bilmem. beypazarı'na gidince tarhana çorbası içmeden, beypazarı güveci, yaprak sarma ve 80 katlı baklava yemeden dönmeyin diye okumuştum hep. hepsi güzel de, höşmelim diye bir tatlısı var ki, insan resmen kendinden geçiyor yerken. alırken özellikle uyarıyorlar içinde peynir yok, farklı bir tatlı diye. öyle, şerbetli un helvası gibi bir şey. haksızlık ediyorum ama bu tanımla. herşey bir yana sırf höşmelim için ayda bir gidilir.
zeynep ve sevinç hanımlar pek güzel ev sahipliği yaptılar, canlar. ankara'da görmediğimiz yer kalmadı desek yeri. anıtkabir, eski meclis, ulus, ankara kalesi, rahmi koç müzesi, tandoğan, kızılay, atatürk orman çiftliği, akçabayır... eller ve ayaklar soğuktan uyuşmuş vaziyette fakat yine de çok keyifli ve dolu dolu bir üç gündü. tek eksiğim sardunyacık oldu. olsun, başka bahara..
sahi, caner'i ankara'ya askere yolladık dün akşam. yemin töreni hafta sonu olabilen bir şeyse üç hafta sonra yine gidebilirim ankara'ya. sırf tren yolculuğu için bile değer zira..
13 Aralık 2008 Cumartesi
7 Aralık 2008 Pazar
fırın
Çok uzun zaman olmadı hayatıma gireli ama fark ettim ki en büyük huzur kaynağım kendisi. Karşısında oturup onu izlemek öylesine mutlandırıyor ki. Bir de sağı solu asla belli olmuyor. Sürprizlerle dolu. Heyecanlı. Mesela özene bezene hazırladığın kek kabarmayabilir, ya da boyalar beklediğinden çok farklı renkte çıkabilir, çatlayabilir. Ama olsun...
Zaten her şey bir yana onunla buluşana kadar yaptığın hazırlıklar yeterince huzur verici. Mesela boyayla birlikte sıkıntılarını da bırakıyorsun fırçanın ucundan tabağa. Keki çırparken ruhunu da çırpıyorsun. Ters yüz ediyorsun kederini neşeyle. Ya da kili yoğururken sıkıntıların ona yapışıyor. Kimi zaman lime lime ediyorsun bıçağınla kimi zaman iyice eziyorsun merdanenle. Sonra da güzelliklere dönüştürüyorsun parmaklarının ucunda.
Bir şeyler çıkarmak ortaya, o kadar keyifli ki. Ve etrafındakileri mutlu etmek o minicik şeylerle. Bazen bir kurabiye, bazen bir kitap ayracı, bazen bir duvar tabağı... Ama her zaman sıcacık bir gülümseme!
5 Aralık 2008 Cuma
bütün ayrılıklardan arta kalmış
ayrılık usulca büyür içimde
sonra usulca uzaklaşır
aramızda ne yer var, ne de zaman
ne başka bir yüz, ne başka insan
ayrılık saksıdaki çiçeklerimiz gibi büyür
sessiz ve nedensizce durmadan
(ezginin günlüğü)
2 Aralık 2008 Salı
gemi
ah, yakarlar seni, dönmezsin bir daha geri, delisin
ah, deniz olayım, tuzumu rüzgârda savurayım, deliyim
ah, ne yelken ne yel, köpüklerde kaybolayım, deliyim
kime sorsam dönüşüm yok
nereye gitsem mavi
yelkenimde deli rüzgâr
her yanım tuz, deliyim
ah, peşimde rüzgâr, ne yağmurlar dost ne bir kıyı var, deliyim
ah, düşlerim kaldı, yalnızım düşlerim kaldı, deliyim
ah, yaralı kalbin, sönüp gidecek yaralı kalbin, delisin
ah, küçücük gemi, dönmezsin bir daha geri, delisin
kime sorsam dönüşüm yok
her gemi biraz deniz
her yanım mavi, her yanım yel
her yanım tuz
1 Aralık 2008 Pazartesi
için için yanıyor, yanıyor bu gönlüm
sobe!
1.Blog yazmaya ne zaman başladın?
5 Ocak 2008’de bitirme tezimi hazırlamaya çalışırken. Hani hep ihmal ettiğin şeyleri dersten kaçmak için kullanırsın ya. Örneğin ben tanburu sadece ertesi gün sınavım varsa çalıştım. Ondan beceremedim belki müziği. Neyse, sorumuza dönelim; dersten kaçma bahanem bu defa Özgür’de görüp beğendiğim blog oldu :)
2.Blog yazısı konularının belli bir çizgide olmasına özen gösteriyor musun?
Hayatım boyunca hatıralara düşkün bir kişiydim. Anı biriktirici.. Ama güzel cümleler kurmayı beceremediğim için çok nadiren yazdım. Genelde selpak paketleri, tren biletleri, mumlar vs biriktirdim. Ne zaman görsem o nesneyi, o gün tamamen canlandı gözümde. Bu blogun da amacı bu. Evim çöp eve dönmesin diye artık nesne biriktirmekten vazgeçtim(büyük oranda). Notlarımı buraya düşüyorum. Okuyucu sayım da bir elin parmaklarını geçmediğine göre belli bir çizgide olmasına özen göstermeme gerek olmadığını düşünüyorum. Toplumsal bir görev üstlenmiş değilim zira bu blogla. Not defteri niyetine..
3.Blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?
Maymun iştahlıyımdır. Anı biriktirmekten vazgeçmem belki ama anı kumbaram form değiştirecektir muhtemelen. Dolayısıyla bu blogun ömürlük olacağını düşünmüyorum.
4.Blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken, şimdi artan bekleyiş yüzünden senin için bir zorunluluk haline geldi mi ?
Sardunya’ya artık daha mı fazla yazmam gerekiyor dediğimde, eğer öyle olsaydı gazetede birer köşe kapardık, burası keyif işi demişti. Öyle sahiden…
5.Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun ?
Edemediğim için istediğim kadar sık yazamıyorum. Belki bir gün bilgisayar konusunda iradeli bir insan olursam diğer şeylerden feragat etmeden istediğim kadar sık güncelleyebilirim. Ama bilgisayarı açmam demek en az 3 saati onunla geçirmem demek olduğundan yazacaklarımı erteliyor, sonra da unutuyorum. Neticede bazı şeylerden feragat etmemek için blogdan ediyorum :)
6- Bloga yazılan yazıları ve yorumları en fazla yazarının okuması gerçeği hakkındaki fikirlerin nedir?
Dediğim gibi anı kumbaram bu blog, açıp açıp saymayacaksam içindekileri neden biriktiriyorum :) Ama takip ettiğim bir iki blog var ki, eminim yazarından çok daha fazla okumuşumdur yazıları. Yazarına ve yazdıklarına onların kendilerine verdiğinden daha fazla değer veriyorsanız bu gerçeği değiştiriyor olabilirsiniz yani :)
Mızıkçılık yapıp “o ne be” diyeceğini bildiğim halde “Özgüürrr sobeee” diyorum. Hadi koçum, utandır beni :)