10 Mart 2010 Çarşamba

kültürel çeşitlilik

10 Mart 2010 Çarşamba

Son iki senedir o kadar farklı bir dünyadayım ki… Ya da öncesinde o kadar izole bir hayatım varmış ki… Bir taraftan her gün yeni bir şey öğrenip mutlu oluyorum, bir taraftan da bu çeşitlilik gözümü korkutuyor.

Hep söylenilen "Türkiye'nin kültürel çeşitliliği"nden bahsediyorum. Benim annem tarafım da baba tarafım da Rumeli göçmeni. Bir taraf Ege'ye bir taraf Trakya'ya göçmüş ve böylelikle oraların kültürlerini almışlar. 20 yıl boyunca oturduğum yer de göçmen mahallesi olunca izole bir hayatım olması normal gözüküyor. Ama gittiğim okullarda olsun, girdiğim ortamlarda olsun pekala uzak diyarlardan da pek çok arkadaşım oldu. En gerçek örneği Nimi. Hataylılar. Yıllarca ben onlardan, o bizden çıkmadı ama evlerimizdeki, yaşayışımızdaki tek fark Emoş'un yemeklerinin "biraz" daha acı olmasından başka bir şey değildi. Ya da Aslı. Antepli. Ama ne annesinin giyim kuşamında, ne bayram telaşlarında, ne de yaşam alışkanlıklarında bir fark göze çarpıyor. Tek fark dolmaya katılan sumak gibi gelirdi bana, ki bayılırım Ünal Teyzeciğimin dolmasına.

Velhasılı bu iki en yakın örnek dışında en doğudan en batıya, hatta ülke sınırlarının dışında –doğuda ve batıda- pek çok insan tanıdım da, bu kültürel çeşitliliği sofradan başka bir yere taşıyamadım yıllarca. Çünkü herkes globalleşen dünyanın neferleri olarak gayet standart hayat alışkanlıklarıyla donatılmıştı. Evlerinin dekorasyonlarından, aile ilişkilerine; damak tadından, giyime kuşama… Ne Polonyalı Ula çok yabancı, ne de Denizlili Aziz çok yerli… Ne Alman "eniştem" Martin öteki, ne Özkan abim içimizden biri. Kaynakçı Laz Hasan bizimle aynı dili konuşuyor, aynı şeylere gülüyor. Herkes bir çizgide gibi.

İdi…

İlk afallamamı temmuzda, Esma'nın düğününde yaşadım. Öyle düğün dernek işlerini çok sevmem, ama 1,5 sene aynı ofiste haftanın 5 günü, günde 10 saatini geçirdiğin insanın düğününe gitmemezlik yapamıyorsun. Esma'lar Karslı. Düğünden önce Erzincanlı arkadaşım Duygu bana göbek atmayı öğretmeye çalışırken pes ettik ve "halay biliyorum, iki halay çeker otururum"da anlaştık. Düğüne bir gittik, ne göreyim; zaten göbek atma diye bir şey yok. 469 çeşit halay var, ve hiçbiri benim bildiğimden değil! Ki –doğu yörelerine çok kaymasam da- 12 sene halk oyunlarıyla içli dışlı olmuş biriyim. Damat, payduşka zaten hak getire. İşte orada idrak ettim, siz biz diye bir şeyler var. Kültürel çeşitlilik sofradan taşmaya başladı o gün ufak ufak. Oyunlara, eğlence anlayışına sıçradı yavaş yavaş.

Sonra şimdiki işime başladım. Süryani diye bir şey varmış; öğrendim. Daha önce kimleri temsil ettiğini bilmediğim bu kavramın içi doldu. Bir anda yepyeni isimler girdi lûgatıma. Bir anda azınlık oldum. Etrafımdaki herkes Ermeni oldu –ki bugüne kadar tanıdığım Ermeni sayısı bir elin parmaklarını bulmaz-. 6 Ocak'ın Gregoryenlerin, 25 Aralık'ın Katoliklerin bayramı olduğunu öğrendim. Garbis'in bir erkek adı olduğunu. Bacik'in öpücük, Ahçik'in kız demek olduğunu. 50 gün süren orucun kurallarını, Mardin'deki muhteşem manastırı öğrendim. Artık kültürel çeşitlilik kavramının da içi yavaş yavaş dolmaya başladı. Sofralardan eğlence anlayışına geçen çeşitlilik, artık dine, dolayısıyla hayat tarzına, hayata bakışa geçti.

Ben bu süre içinde biraz da kendimi keşfettim. İdi kısmına kadar anlattıklarım dolayısıyla sanıyordum ki gayet hümanist bir insanım, ırkçılık yanımdan geçmez; dünya üzerindeki her insanla iletişim kurabilirim hiçbir problem yaşamadan. İlk zamanlarda, azınlık olma psikolojiyle mi bilmem, bir anda ne kadar ırkçı bir insan olduğumu fark ettim. Elizabet'in değil de Sevgi'nin işine öncelik verme eğiliminde olduğumu gördüm. Stephan'a bağlı çalışmak biraz dokunur gibi oldu, Murat dururken. Sonra ne oldu? Ben o azınlık psikolojisini atıp insan psikolojisine geri döndüm. Irkçı düşüncelerimden arındım pek tabii ki. Artık Elizabet de, Linda da, Didem de bir benim için. Ama başlardaki düşüncelerimden biraz ürkmedim değil.

Şimdiye kadar yaşadığım kocaman dünyanın aslında ne kadar izole olduğunu keşfettim. Ne kadar apolitik bir insan olarak yetiştirildiğimi fark ettim. Bu açıdan ne kadar eksik olduğumu görüp siyaset, siyaset tarihi, dinler tarihi üzerine kitaplar okumaya başladım. Her gün en az bir şeyi yaşayarak öğreniyorum ve bu her gün kafamı yastığa huzurlu koymamı sağlıyor.

Son zamanlarda pek az yazıyorum; çünkü bolca okuyorum, düşünüyorum ve sorguluyorum. Biraz daha dolayım, öğrendiklerimi buraya da akıtırım. Bu şimdilik durum tahlili yazısı olsun.

0 yorum:

 
naeknhu © 2008. Design by Pocket