Dün 5:45'te evden çıktığımda hava aydınlıktı. Bundan tam 3 ay önce, 1 ocak sabahı saat 6:15'ten 7'ye kadar havanın aydınlanmasını beklemiştim de, aydınlanmayınca alacakaranlıkta çıkmıştım. Günler ne kadar uzamış, demek ki yaz yakın.
Üstelik Edirne'de bir sweatshirt bir yelekle terlediğim oldu ki Edirne'ye gidip de yağmuru yağdırmadığım ilk seferdi sanırım. Hemen hemen her hafta gittiğimi düşünürsek ne kadar az rastlanır bir şey olduğunu idrak edebiliriz :)
Yazın yakın olması da demek oluyor ki, toplu iğne başı kadar şeylere sevineceğimiz zamanlar geliyor. Burçları murçları bilmem ama havanın kesinlikle insanoğlu üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Güneşi gördüğünde, güneş içini ısıttığında ağzı gülmekten yorulan tek insan ben olamam di mi?
Dün çok güzeldi. Olması gerektiği kadar güzeldi. Asansörde makyaj çantamı evde unuttuğumu fark edip -alışmadık popoda don durmaz misali- 3. kattan geri döndüm kullanmayacağımı bildiğim halde. Böylelikle bir otobüs kaçırmış oldum. En azından 15dk boyunca yeni otobüs gelmeyeceğini bildiğim için Beykent'e yürüdüm; 8 dakikada 1km. Yürümek? Neyse bir otobüsü sonundan yakaladım, arka kapısından bindim. Küçükçekmeceden metrobüse bindiğimde 6:33'tü. Şirinevler'deyken 6:45. 7 otobüsüne yetişme şansımı kaybetmiş gibi görünüyordum ama yine de Merter'de metrobüsten indiğimde koşmaya başladım, metroya kadar. Allah'tan. 6:52'de istasyona adımımı attığımda metro geldi ve kendimi içeri atıverdim. 6:58'de otogarda inip yazıhaneyi aradım biletimi kesin, otogardayım, koşuyorum demek için...
-Nilüfer Turizm, Kurtuluş
+Aa ben Kurtuluş şubesini mi aradım, Otogar değil mi?
-Otogar hanfendi buyrun benim adım Kurtuluş
+Ay şeyyy (Artık otobüsü bekletecekleri varsa da bekletmezler, ne desem? :)))) )
Velhasılı 7:00'da otobüsteydim. 9:17'de Edirne'de.
Kağan Otogar'a gelmemişti henüz. Sana kızayım mı beni karşılamadığın için dedim, kızma dedi. Kızmadım bende :) Çarşı'da esnaf lokantası tadında bir börekçide kahvaltı ettik. Nasıl olsa bal kaymaktan fazlasına ihtiyacımız yok. Ardından Meriç kenarında Türk kahvesi içtiğimiz yere gittik. Böcek sesleri duyulmaya başlamış, etraf yeşillenmişti. İlk defa bir mevsimi bu kadar sabırsızlıkla bekliyorum. Kahvelerimizi içtik, sohbet ettik. Bak blogçum, Kağan'ın en çok nesini seviyorsun dersen söyleyemem, dalga geçersin çünkü. Ama en çoktan bir az nesini seviyorsun dersen dinginliğini derim. Hayatımda gördüğüm en sakin adam olabilir.
Yürüdük, yürüdük... Meriç nehri, Tunca nehri... Sonra artık kendimizin bellediğimiz Suzy Cafe'ye gittik. Rengarenk makaronlar yemeye. 2 saatten fazla oturduk ve bizden başka gelen olmadı. Galiba orayı bizden başka bilen yok :) İyi ki... Bir ara Maranki ve Oğuzhan geldi. Başka masada onları ağırladık. Başarı ve başarısızlık üzerine "felsefe yaptık". Sonra onlar gitti, biz fotoğraf yıldızladık. Sürpriz yapmayı bi'türlü beceremiyorum çünkü yapacağım sürprizin mutluluğu içime sığmıyor ve söyleyiveriyorum :) Yakında "elli dokuz" geliyor.
Çok sevimli yerler var Edirne'de. Ve o çok sevimli yerlerde hiç bizden başka kimse olmuyor nedense. Yemek yediğimiz yer de öyle bir yerdi. Gıcırdayan ahşap merdivenleri, ahşap pencerelerin önünde çiçekleri... Hayal kurmak için müthiş bir arkaplan oldu.
Bi'deee benim bir İstanbul tişörtüm oldu sonunda! Aklıma geldikçe mutlu oluyorum :)
Ayşegül ve İbrahim'in yanına gidip çayımızı da içtik mii bir görüş gününün daha sonuna gelmiş oluyoruuuzz... Geriye 48 gün kaldı. Vay canına!
Eve gelip annemin türlü esprilerine katlandım, TEGV için hazırlık yaptım, saatimi bir saat ileri aldım ve artık yatma saatim çoktan gelmişti. Bazen mutluluktan uyuyamadığım oluyor. Yatakta dört dönüyorum ve sonunda yorgunluktan sızıyorum...
Dün ne kadar güzel bittiyse, gün de o kadar güzel başladı... Huzurlu bir ses uyandırdı... Kahvaltı yapıldı, TEGV için hazırlıklar tamamlandı, meteorit avı için mikroskop da çantaya atıldı ve yollara düşüldü. Yolun uzun olmasını seviyorum. Toplu taşıma araçlarını kullanmayı da seviyorum. Çünkü bu sayede kitap okuyabiliyorum :)
Çocuklarla meteorit avladık bugün ve benim dandik mikroskobumla zar zor üç tanesini görmeyi
başardık. İlk meteoriti gördüğümüzde ben çocuklardan çok daha fazla heyecanlandım! :) Etkinlik grubumuz müthiş. Çocuklar o kadar güzel ki, hiç zorlamıyorlar... Hiç sinir yok, sadece keyif var!
Etkinlik sonrasında biraz Orçun'la sohbet ettikten ve dünyayı bencillikten kurtarmak için hala yeterince güçlü olmadığımıza kanaat getirdikten sonra ayrıldık. Fakültedekilerle buluştum. Hızla koca koca adamlar/kadınlar olduğumuzu görmek çok enteresan. Bol gülmeli bir öğleden sonraydı...
Volk da askere gidiyor :( Kendisini askerlikteki hırsızlık vakalarına alıştırmak için arabadan inerken kendime bile çaktırmadan yağmurluğunu aşırmışım. El alışkanlığıyla yanımda duran yağmurluğu da alıp inince arabadan Volkan'ın dilinden kurtulamadım :)
Bugün FB-GS maçı varmıştı. Yani sonradan öğrendim o yüzden varmış, ama maç esnasında biliyordum o yüzden vardı. Sanırım FB'nin kazanmasını ilk defa bu kadar çok istedim. Bir nevi vatani görev, bir askerimizi memnun etmenin bedeli paha biçilemez :)
Çok zor bir hafta beni bekliyor. Gerim gerim gerileceğimi biliyorum ama daha 10 saat kadar bunu düşünmek istemiyorum. En azından "an"ı zehir etmeye gerek yok. Hem zannımca bu haftayı çıkaracak kadar pozitif enerji topladım. Haftaya Allah kerim...
Hmm, ayrıca çocuklar kadar sesime yansıyan ikinci şey de seramikmiş. Elime fırçayı alınca baştan aşağı yenilendim! Şimdi biraz kitap okuyup yatma vakti...
Bir de haber: Özlem haftaya nişanlanıyor. Özlem bile evleniyorsa, dünya üzerindeki "ne işim olur evlilikle" diyen herkes evlenir.
28 Mart 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder