13 Nisan 2009 Pazartesi

ankara

13 Nisan 2009 Pazartesi
Tahmin ettiğim üzere terslik çıktı Ankara’ya gidişte. Cumartesi sabahı Hasan Bey ile gidecektik, onun arabasıyla. Cuma gecesi saat 10’da aradı gidemiyoruz diye. Pes dedim, bu saatte mi haber verilir ben de ona göre ayarlardım işimi. Ama yılmadım. Hemen çantama iki pırtı tıkıştırıp 12 otobüsüne yetiştim. Martin de şaşırdı duruma, yahu biz Türkleri çarşaflı bilirdik meğer ne kadar özgürlermiş diye. Bir anda ben Ankara’ya gidiyorum hadi eyvallah diyen bir kız.

Sabah Ankara’da açtım gözümü, yani Ankara macerası planladığımdan erken başlamış oldu. Yolda kendimle ilgili çok önemli bir şey fark ettim. Benim şehirlerarası otobüs fobim var. Tren ya da uçağa gözüm kapalı binerim. Ama otobüs yolculukları beni acayip geriyor. O yüzden bindiğim anda uyuyorum. Arada es kaza gözümü açarsam yandaki arabayla birbirimize sürtüneceğiz sanıyorum. Yazın Antalya’da dönerken en öndeydim de 15 dk geçmemişti yerimi değiştirip ortalara aldırdım. Yoksa yol bitmezdi. Ama bunun bir fobi olabileceğini Cuma gecesi fark ettim.

Evcilik oynamaya gitmiş gibiydim gerçekten. Sanki şehirlerarası misafirlik değil de gün içinde pek çok kez gittiğim komşuya gitmiş gibi hissettim. İlk günün özeti kahvaltı, tango, Sardunya, Kızılay, Tunalı, kuğulu park, cafe des cafes ve dünyayı kurtarma planları (yakın zamanda hoş bir projeye dönüşecek), yemek, fasıl. Her birinin altı o kadar dolu ki yazamayacağım :)

Aynı yoğunluğu İstanbul’da yaşayınca gün sonunda yorgunluktan ölüyorsun. Ankara’da ise bünye gayet rahat kaldırıyor, tek kısıt zaman kalıyor. İstanbul bizi ciddi anlamda yoruyor ama mazoşist bir şekilde bağlıyız işte her şeye rağmen.

Gün sonunda Kaan Bey’i görme şerefine de eriştim ki benim için büyük bir mutluluktur. Üstelik hoş geldin bile dedi. Giderken de otobüs bileti bulamamam için dua etti. Sanırım bir sevgi göstergesiydi :)

İkinci gün paskalya yumurtalı brunch tadında kahvaltımızı müteakip buza gittik. Gözlerimizi kapatıp salındık buzun üstünde. Huzur vericiydi. Yuri gecesine kalacaktım ama sonradan otobüsten inip işe gitmenin pestilimi çıkaracağını düşünüp günü erken bitirdik. Uzun bir aradan sonra ilk defa gündüz yolculuğu yaptım. Zaman kaybıydı ama mecbur kaldım.
İyi ki üşengeçlik edip gitmemezlik yapmamışım. Azıcık soluklanmış oldum.

*Zeynep Hanım elime bir mektup tutuşturdu. Üstelik postane aracılığıyla gönderilmiş. Bir köşede benim adresim, bir köşede onun. Allah allah dedim benim yazıma da benzemiyor ne zaman göndermişim ki bunu. Meğer safçık kendi adresine yollamış bana yazdığı mektubu :) Allah akıl fikir versin :)

4 yorum:

sardunya dedi ki...

bi daha gelsen:) Daha uzun otursak mesela:)Çok sevdik.

Onur ŞATIR dedi ki...

Üşenmemek lazım; aferin sana. Ben üşengeçliği hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum bi süredir. Aziz'in bloguna Onurlu Diyalog olacak şeyler yapıyorum bu vesileyle de:) Bir ara yazar herhal. Ama şikayetçi değilim.

Yeni sloganımız "Üşenmek YOK!!!".

Sürekli ağzımda:)


Zeynep, canım ya; kendine göndermiş ha:)) Özledim kız seni de(Zeynep okuyordur herhal burayı:))

bi ara da Kayseri'ye gelin madem üşenmeden:)))

Üşenmek YOK!!! :)

neş'e dedi ki...

sardunya'm.. aldım ya tadınızı hep gelirim artık :) içtenliğin, 40 yıllık dost gibi olduğun için bin teşekkür!

(bonibonum hâlâ boynumda)

neş'e dedi ki...

onurcuk,
ah unutkan olmasaydım ne zeynepli diyalog yazardım da.. bi' dahakine not alacağım :)

Kayseri'ye gelmeyelim, bi' değişiklik yapalım bu sefer. ev sahibimizin olmadığı bir yerde buluşalım. olmaz mı?

 
naeknhu © 2008. Design by Pocket