Küçükken köydeki eski ve yaşanamaz durumdaki evi ziyaretlerimizden bir tanesinde babam ağaçtaki meyveyi göstererek “aa köpekgötü” demişti. Annem de “kuşburnu canım o” diye düzeltmişti hemen. Babamlar köpekgötünü tüketmezlermiş. Değersiz ve hayvanlara verilen bir meyveymiş. O zamanlar –ve hala- bizim evden eksik olmaz zencefil ve tarçınla birlikte sık sık demlenirdi kuşburnu.
Neyse, şimdi bu gülgötü ve köpekgötüne gelelim. Belli ki atalarımız ve Anglosaksonların ataları aynı şeyden esinlenip isimlendirmişler bu meyveyi. Ya da bilemiyorum birbirinin tercümesidir. Araştırmalarıma göre Tekirdağ’ın dışında Bartın ve Denizli’de de köpekgötü diye anılıyormuş bu meyve. Ama yine de yerel bir isim olduğunu düşünebiliriz.
O yüzden daha çok rosehip kelimesinin nereden geldiğini merak ettim. Rosehip yani kuşburnunun yetiştiği ağaç, Rosa Canina imiş. Aynı zamanda Dog Rose yani köpek gülü olarak bilinirmiş. Buradaki resmi görünce babamların da ona köpek gülü dediğini hatırladım. Aynı sitedeki bir diğer bilgiye göre kuşburnu İngiltere’ye özgüymüş. Fakat bu bana biraz şüpheli gözüktü.
Kelimenin kökenine bakarsak, hip Anglosakson kelimesi olan “hiope”den –ki anlamını bulamadım-, dog rose da dagger (hançer) anlamına gelen dag’den gelmiş. Ben bakınca pek benzetemiyorum ama demek ki çiçeğini hançere benzetmişler diyebiliriz. Bu durumda bizim köpekgötü de muhtemelen kelimenin İngilizceye dönmüş halinin birebir tercümesinden geliyor.
Wikipedia’ya göre yabangülü, itburnu, itgülü, gülelması gibi adlarla da biliniyormuş.
Nerden çıktı sabah sabah bu etimologluk? Sabah duş alırken şampuanın üzerinde gördüğüm “ yeni dizayn” yazısı üzerine tasarladığım bir eylem mi yoksa bütün gece rüyamda sohbet ettiğim Oktay Sinanoğlu mu sebebi bilemiyorum…
Hazır bu kadar konuşmuşken hakkında, faydalarını da sıralayalım. Kuşburnu, C vitamini açısından dünyadaki bilinen en zengin meyve imiş. Bulaşıcı hastalıklara, soğuk algınlığına, yorgunluğa iyi gelir; idrar söktürücü, böbrek taşı düşürmede yardımcı olarak kullanılırmış.
0 yorum:
Yorum Gönder