20 Aralık 2009 Pazar

söz verdiğimiz gibi

20 Aralık 2009 Pazar
Giderken birkaç maddelik bir liste bırakmıştı bencillikten çok uzak. Ben yokken yapılacaklar listesi. Ben neyden keyif alıyorsam o vardı içinde. Halbuki tam tersine hazırlamıştım kendimi. Anlayışla karşılanması gereken kötü bir psikolojide olmalıydı. Şimdilik değil, Allah bozmasın...

Cuma akşamı Ülkücüm'deydim. Buharda pişirilmiş Brüksel lahanası yapmış bana. Misafirlikte bile sağlıklı beslenmeye devam yani... Azıcık tarçınlı keki saymazsak... Ertesi gün teyzeme gidip annemin orada toplaşmış arkadaşlarının gönlünü aldım. Kimilerini görmeyeli yıl oluyordu. Onlar için ne kadar büyüsem de; masanın altına saklanmış, "Nese değil Nese Neseee"(o zaman ş'leri söyleyemiyordum, şimdi s'leri ;) ) diye bağıran kırmızı çizmeli huysuz kız olmam ne garip!

Akşam pijamalarımı giymiş televizyonun karşısında miskinlik yaparken telefon geldi, hemen hazırlan, Eylül'ü ara ve tangoya git diye. Emir büyük yerden! Elimiz mahkum hazırlanıp çıktık. O saatte Halkalı'dan Taksim'e gitmeye nasıl üşenmedim bilmiyorum. Ama iyi de oldu. Ben yokken yapılacaklar listesinin en baskın maddesiydi zira...

Sabah Ekim Bey'in artık pek de miniş olmayan ellerinden -itiraf ediyorum, boyumu geçmiş artık- turuncu Türk kahvesiyle uyandım güne. Yavrum, portakal suyunu ben Türk kahvesi seviyorum diye Türk kahvesi fincanında getirmiş :) Hayır, sıkmaya üşendiğinden küçük fincanda getirdiğini bir an bile aklımdan geçirmedim! Böylesi daha güzel :)

"Süreyya hocanın annesi teyze"den hayata dair öğütler alıp bir taraftan da muşmula yedikten sonra Aslu'mla buluştuk. Eğer buluşmaya 20dk kala telefonda konuşmaya başlarsan ve yanyana gelene kadar telefonu kapatmazsan buluşma anında ne demen gerektiği konusunda derin çelişkiler yaşayabiliyormuşsun :)

Bugün kar yağacak diyorlardı, neredeyse bütün gün incecik penyeyle dolaştım. Biraz melankolik davranıp "Edirne'de havalar nasıldır"ı yaşamaya çalışmış da olabilirim tabi :)

Eve dönüşte Taksim-Beylikdüzü arası 1 saatlik yolda hiç durmaksızın telefonda sevgilisiyle kavga eden bir kız vardı arkamda. Ben Küçük Prens'i 847. defa okurken arkamda dönen muhabbet çok ironik oldu. İnsanların parayı bir ölçü birimi olarak kullanmalarını sanırım ömrümün sonuna dek anlayamayacağım. Keşke arkamı dönüp o birkaç cümleyi okusaydım: "Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. "Sesi nasıl?" demezler örneğin, ya da "Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?" diye sormazlar. Onun yerine. "Kaç yaşında?" derler. "Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?" Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı."



Leylek leylek havada, yumurtası tavada olur mu dersin bu hafta da?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok şey yazasım geldi bu yazıya ama sustum sonra. :)

 
naeknhu © 2008. Design by Pocket